FOTCM Logo
Cassiopaea Türkçe
  • EN
  • FR
  • DE
  • RU
  • TR
  • ES
  • ES

Dalga 4. Bölüm: Kasyopyalıları sandıktan çıkarıp “Test Sürüşüne” götürüyoruz

Dalga konusundan daha çok “felsefi” bağlamlarda bahsettik, ama bu noktadan sonra olaylar biraz daha yoğunluk kazanmaya başlayacaktı. Hayatlarımızda gerçekleşen olaylar gittikçe hız kazanmaya ve sürdürmekte olduğumuz kanallama deneyine dikkat çekici bir şekilde yansımaya başlamıştı. Olabildiğince özetlemeye çalışarak bunlardan bahsedeceğim.

Grubumuzun iki üyesi olan Terry ve Jan Rodemerk ayrıca MUFON üyeleriydiler [ç.n. MUFON, Mutual UFO Network –Türkçesi: Ortak UFO Ağı- 1970’lerin başında, UFO fenomenini bilimsel olarak araştırmak amacıyla kurulmuş olan, ve tüm Dünya’dan UFO araştırmacıları için olabildiğince objektif ve bilimsel bir ortak veritabanı oluşturma amacı güden bir araştırma organizasyonu]. Her ne kadar MUFON daha çok olayın teknik taraflarıyla ilgilenen bir kuruluş olsa da, T ve J, bizim deneyimizin ürünü olan bir kısım materyalin MUFON toplantısında paylaşılmaya değer olduğunu düşünüyorlardı. Bu sebeple kendilerinin de üye oldukları Clearwater grubunda benim için bir konuşma ayarladılar.1

Başlangıçta MUFON yöneticileriyle birlikte planlanan konuşmam için bana ayrılan süre 1 saatti. Ben bu süreyi önce olayların geçmişi ve gelişiminin bir anlatımı, sonra celselerden bazı bölümlerin aktarımı ve son olarak da bir kaç soru ve cevap şeklinde geçirmeyi planlıyordum. Fakat bir noktada, sebeplerini hiç bir zaman öğrenemediğim bir şekilde, bana ayrılan o 1 saatlik süre 15 (en fazla 20) dakikaya indirildi.

Paniğe kapılmıştım. 15 dakika gibi kısa bir sürede mantıklı ve anlaşılır ne anlatabilirdim ki! Bununla birlikte sonradan MUFON’un kanallama olayına zaten soğuk baktığını ve daha çok bir “UFO Bit Pazarı” gibi faaliyet gösterdiğini anladım; bilirsiniz, gidip tekerlerini tekmeleyebileceğiniz kullanılmış arabalara baktığınız bir yer gibi. Benim buna yakın olarak onlara anlatabileceğim tek şey kendi şahsi UFO gözlemimdi. Dolayısıyla bunu ne şekilde bir konuşmaya dönüştürebileceğim ve Kasyopyalıları da nasıl bir şekilde ucundan konuya dahil edebileceğim üzerinde düşünmeye başladım.

Toplantı günü (yani resmi “sandıktan çıkış” günü), önce MUFON organizasyonu ve işleriyle ilgili çeşitli konular ele alındıktan ve sonra güncel bir kaç UFO gözleminin paylaşılmasının ardından herkes için asıl ilgi çekici konu başlamıştı. Bu, Urantia Kitabı kanallamalarıyla ilgili bir sunumdu!2 Sunumu yapacak olan beyefendi 200 kadar katılımcıya Urantia alıntıları içeren 15 veya daha fazla sayfalık fotokopiler dağıtmaya başladı. Topluluktaki herkese dağıtımın yapılmasını beklerken, ki bu biraz zaman almıştı, 15 sayfanın hepsini okuyuvermiştim. Adam konuşmaya başladığında anlatacağı şeyler hakkında bir ön fikrimin olmasının iyi olacağını düşünmüştüm. Kötü bir fikirmiş!

Anlaşıldı ki, fotokopilerdeki metin zaten konuşmanın kendisiymiş. Ve sonraki 1.5 saat boyunca kürsüdeki adam ağır ağır ve ızdırap verici bir şekilde 15 sayfayı okudu. Sadece belirli aralıklarla durup delici bakışlarla dinleyicileri süzüyor, herkesin satır satır, kelime kelime onu takip ettiğinden emin olmak istiyordu. Her sayfanın sonuna ulaştığında kısacık bir süre duruyor, bu sırada 200 kişinin aynı anda sayfayı çevirmesi sonucu oluşan hışırtılı bir gürültü duyuluyordu. Sayfaların böyle topluca çevrilmesi salonda resmen bir hava akımı yaratıyordu!

Ama nihayetinde işkence sona erdi ve bacaklarımızı esnetmek için kısa bir mola verdik. Moladan sonra T ve J kısa ve keyifli bir giriş konuşması yaptılar ve ardından ben, verilen 15-20 dakikayı aşmadan kısa bir konuşma yaptım. Beni UFO konusuna yönlendiren deneyimlerimden, evimin üzerinde gördüğüm Siyah Bumeranglardan vs bahsettim.3 Daha sonra Kasyopyalıların bize verdikleri bilgiler üzerine kısa, özet bir fikir vermeye ve bu bilgilerin UFO konusundaki araştırmalar da dahil olmak üzere bir çok alanda yapılmakta olan araştırmalarla nasıl örtüştüğünü, tek farkın ise Kasyopyalıların büyük resmi daha kavranılabilir ve net kılan içerik ve geri plan bilgisini de sağladıklarını vurgulamaya çalıştım.

O günkü toplantıda bir başka MUFON grubunun yöneticisi de bulunmaktaydı ve ona göre elimizdeki materyal, hemen komşu kentte bulunan kendi grubunda daha uzun süreli bir sunum yapılmasını hak edecek kadar ilgi çekiciydi. Böylece bununla ilgili ayarlamalar aramızda yapıldı ve o günkü toplantının sonunda bir sonraki ay onun grubundaki toplantıda bir “uygulama” yapacağımız duyuruldu. [ç.n. MUFON grup toplantısında topluluk önünde yapılacak bir celseden bahsediliyor]

Bunu böyle bir grup ortamında yapma konusunda biraz endişeliydik, çünkü herşeyden önce o güne dek projeyi duyurduğumuz çevreyi çok dikkatli bir şekilde sınırlı tutuyorduk ve şimdi işin içerisinde bir çok değişken vardı. Bu sebeple bu sunum ve celse öncesinde Kasyopyalılara bu konuyu sorduk ve verdikleri yanıt oldukça ilginçti:

4 Mart 1995

S: (L) Cumartesi günü MUFON toplantısında bir gösteri yapabilecek miyiz?

C: Evet, çünkü bu kadersel olarak önceden belirlendi.

Bu gerçekten ilginç bir yanıttı ama olayların daha sonra alacağı şekil itibarıyla öngörebildiğimizden daha da ilginçmiş.

İkinci MUFON toplantısı ve gösterisinde çok şüpheci katılımcılardan birisi oturduğumuz masaya bir çeşit küçük cihaz yerleştirdi; sanırım bir tür Gaussmetre [ç.n. Manyetik alan değeri ölçme cihazı] ya da elektro-manyetik dalga dedektörü gibi birşeydi.

J kısa bir giriş konuşması yaptı. Bu konularda “inançlı” biri olmadığını, hatta UFO/Dünyadışılar fenomeni ile ilgili bir çok şüphesi bulunduğunu söyledi. Açıkladığına göre bunun temel sebebi kendisinin kişisel olarak bu tür bir “deneyimi” olmamasıydı. Bununla birlikte kocası T bu tür feneomenlerle ilgili incelemelere derinlemesine dahil olmuştu (ve yıllar boyunca bir çok kişisel deneyim yaşamıştı). J de onunla bir dayanışma içerisinde MUFON organizasyonuna dahil olmuştu ve hatta o sıralar kendi gruplarının genel sekreteriydi. O ve T ayrıca MUFON’un dergisi için bir çok makale, yazı yazmış, düzenlemiş ve yayımlamışlardı. Ama tüm bunlara rağmen, kendisinin de itiraf ettiği gibi, J her ne kadar Kasyopyalılar tarafından sunulan fikirleri çok etkileyici bulsa da, bu konularda inançsızdı.

Bir kaç açıklamadan sonra J kürsüyü bana bıraktı ve ben de Kasyopyalılarla iletişim kurmamızdan önceki bir kaç yıl boyunca içerisinden geçtiğimiz uzun sürecin kısa bir tekrarını yaptım. Daha sonra Kasyopyalıların bizlere, deyim yerindeyse “Evrenin düzeni hakkındaki açıklamalar” bağlamında ne tür bir aktarımda bulunduğunu açıklamaya çalıştım. Şunu göz önünde bulundurun ki o zaman Kasyopya deneyinin henüz çok erken dönemlerindeydik (o toplantının yapıldığı tarihte bilgiyi almaya başlayalı henüz 9 ay olmuştu) ve işin gerçeği önümüzdeki birkaç yıl içerisinde meydana gelecekleri tüm boyutlarıyla biz dahi bilmiyorduk. Şimdi orada yaptığım konuşmanın metnini aktarmak istiyorum:

11 Mart 1995

Toplam varlığımıza erişme konusunda Kasyopyalıların söylediği şeylerden biri, insanın aslında şu anda kullanmakta olduğundan daha çok sayıda etkin DNA ile yaratılmış olduğudur. Dünya genelindeki tüm kültürler tarafından meydan geldiği hatırlanan olaylardan biri “Düşüş” veya Cennet halinin kaybedilmesi olayıdır ve bunun temel nedeni olan varlık, ilgili herhangi bir kültürün efsanelerine dayalı olarak bir yılan, ejderha veya buna benzer birşeydir. Fakat genellikle pullu, sürüngen türü bir varlıktır. Kasyopyalıların söylediği şey, konuyla ilgili bu mitik kavramsallaştırmadan çok daha fazlasının söz konusu olabileceğine işaret ediyor!

Kasyopyalılar DNA’nın yeniden yapılandırılabileceği veya bağlantısının yeniden sağlanabileceği gerçeğinden bahsediyor çünkü DNA hala oradadır, sadece bozulmuş veya “pasifleştirilmiştir.” Bu tekrar etkinleştirme sürecinin önemli unsurlarından biri oksijenlenme, dönme (santrifuj) ve ayrıca meditasyon ve bilgi edinme gibi belirli faaliyetlerdir.

Son zamanlarda deneyimlediğim şeylerden biri bu anlamda oldukça ilginçti. Geçirdiğim kazadan sonra bedenim üzerinde pek çok çalışma yapıldı. Bunlardan biri de farklı türde “enerji çalışmalarıydı” ve bu durum bazı noktalarda beni garip şekillerde etkilemeye başladı.

Bu enerji çalışması seanslarından bir tanesinden sonra, yedi gün veya daha uzun bir süre sanki solar pleksusumda bir su yolu açılmış gibi hissettim. Bu su yolu yaşadığım tüm hayatların anılarını ve duygularını taşıyordu; yüzlerce, binlerce görüntü!

Herkes “geçmiş hayatlarımı hatırlamak istiyorum” der, ama bir kez daha düşünün! Bu geçmişi inceleme deneyiminde, yaşadığım tüm hayatların tüm duygularını deneyimledim! Bu o kadar kötü birşeydi ki, içinde boğulup öleceğimi sandım! Orada oturuyordum ve etrafımdaki herkes o sırada benim etrafımda olmanın ne kadar kötü olduğunu anlatabilir size. “Aman Tanrım! Aman Tanrım! Buna dayanamıyorum! Lütfen dursun! Lütfen dursun!” İnsanlar, yerler, olaylar, kaleler, ellerinde salladıkları savaş baltalarıyla at üstünde savaşa giden şövalyeler, çöller, ormanlar, ölüm, yıkım, hastalık, veba, salgınlar… Tüm bu şeyler bana görünüp duruyordu. Tıpkı Dorothy’nin yakalandığı tornado gibi, tüm bu şeyler etrafımda uçuşuyordu!

Bu arada bu görüntülerin her birinin duygusu beni tam güçle vuruyordu!

Bir görüntüyü belki de sadece bir anlığına görüyordum ama o görüntüyle ilgili tüm duygular beni vuruyordu ve soluk soluğa bir olaydan bir diğerine geçiyordum.

O yüzden celselerden birinde bana neler olduğunu sorduk… Bu yükün altında çökmek üzereydim ve Kasyopyalıların bana söylediği şey şuydu: “Sadece bir miktar DNA’nı daha etkinleştirdin!” Aman ne güzel! Durdurun şunu! İstemiyorum! Daha fazla istemiyorum! Dayanamıyorum!

Ama görünüşe göre bu bilgilere sahip olmanın önemli bir getirisi de vardı! Evrenler dolusu bilgiye erişilebilmek! Kasyopyalılar “…erişmek eğlenceli” dedi, ben de onlara “Kimin için eğlenceli?!” diye sordum.

Birkaç şey daha söyledikten sonra kürsüyü T’ye bıraktım ama şunu vurgulamak isterim ki, geçmiş yaşamları “hatırlama” deneyimimin Dorothy’nin tornadoya yakalanmasına olan benzerliği, kasetleri yazıya dökene kadar tamamen unuttuğum birşeydi.

T kendini tanıttı, Kasyopya bağlantısı öncesinde katıldığı bazı deneysel celseler hakkında bir şeyler söyledi ve o sırada hiçbir sonuç çıkmıyor gibi görünmesi nedeniyle onun ve J’nin bu projeyi büyük ölçüde bırakmış olduğunu söyledi.

Ancak Kasyopyalılar geldikten sonra onları materyale bir göz atmaya ikna edebildim. Onların görüşlerine ve katkılarına önem veriyordum, çünkü ikisinin de benim kadar şüpheci olduğunu biliyordum ve başkalarının fikirlerini duymaya çok ihtiyacım vardı. Bugünlerde çok yaygın olan “inançlılık” tuzağına düşmek istemiyordum. Bu girişten sonra T şunları söyledi:

Bu aşamada bile burada çok miktarda bilgi olduğunu anlamanız mümkündür. 20 dakikadır konuşuyorum ve fazlası var. Neresinden başladığınızın bir önemi yok, sonunda tüm meseleyi açıklama durumuna geliyorsunuz.

Bu noktada elimizde dokuz ayda elde edilmiş bir materyal var ve üç ay sonra elimizde bir yıllık bir materyal olacak çünkü Kasyopyalılar yeni bilgiler vermeye devam ediyor. Biz soruları doğru sormayı öğrendikçe onlar yeni bilgiler ekliyor.

Karımın konuşmasında söylediği gibi ikimiz de kanallanmış bilgilere pek inanmıyorduk ve birkaç ay içinde Laura olan biteni göstermek için bizi çağırdı. İlk deney aşaması sırasında birkaç kez daha gitmiştik ama bir sonuç çıkmamıştı. St. Petersburg’da oturuyoruz ve arabayla o yolu katettikten sonra o tablanın etrafında oturup sonuç alamadığımız için ümidimizi kesme sürecindeydik.

Sonunda Laura’ya tekrar rastladığımızda bize “Neler olduğuna inanamayacaksınız” dedi. Kasım’da gittik. Kasyopya bilgilerini Temmuz’dan beri alıyorlardı ve bir süre o küçük şeyin tabladaki hareketini izledim. Zıplayıp duruyordu. Daha önce bu kadar hızlı hareket eden birşey görmemiştim! Altı tane kedimden kaçmaya çalışan bir fare, sanırım o şeyin o tabla üzerindeki hareket ettiği kadar hızlı hareket eden tek şeydi!

Oturdum. Bir süre denememe izin verdiler. Ona dokunmak ve bunun nasıl birşey olduğunu görmek istiyordum. Orada 25 dakika kadar oturdum ve kolum yoruldu!

Farelerden bahsetmişken, bilgisayarlarla çalışıyorum ve tüm gün boyunca bilgisayarda “fare” kullanmaya alışığım. Tabladayken kolum 25 dakika boyunca o kadar hızlı hareket etti ki omzuma sancılar girdi, çünkü o pozisyonda o kadar uzun süre durmaya alışık değildim. Ne kadar hızlı hareket ettiğine inanamıyordum. Odanın o küçük bölümünde akmakta olan enerji miktarına inanamıyordum.

O zamandan beri bunun sadece bir insanla veya o anda tablanın başında olan insanlarla sınırlı birşey olmadığını fark ettim. Odadaki tüm insanların enerjisinin bir kombinasyonu söz konusuydu. Daha fazla insan olduğunda daha fazla enerji vardı ve planşet daha hızlı hareket ediyordu. İki kez tablanın dışına fırladı.

Yılbaşı Arifesi’nde orada bir sürü insan ve vardı çok fazla enerji vardı. Dağınık bir enerjiydi. Yönlendirilmiş bir enerji değildi çünkü insanlar dolaşıp duruyordu. Yılbaşı Arifesi partisiydi ve tablada planşete hakim olamıyorduk. O kadar hızlı bir şekilde ileri geri hareket ediyordu ki, sonunda fırlayıp masadan uçtu.

Alıp geri koyduk ve yine tablada dans etmeye başladı. Enerji sakinleşip de bilgi almaya başlamamız yaklaşık 20 dakika sürdü. Aldığımız bilgiler çok iyi olabilir de olmayabilir de çünkü odadaki insanlar konsantre olmuyordu. Havada dağınık bir enerji vardı.

Birkaç hafta önce UFO araştırmalarıyla ilgili olan birkaç kişi geldi. Enerji akışlarını ve bunu nasıl yönlendireceklerini biliyorlardı. Ve aynı deneyimi yaşadık. Kasyopyalılar enerjinin sakinleşmesinin ve yönlendirilmesinin zaman alacağını, çünkü çok fazla enerji bulunduğunu söylediler. O küçük planşet yine dans ediyordu… Çok büyük bir güçle birkaç kez masadan uçtu. Onu tekrar sakinleştirmek en az 25 dakikamızı aldı. Bize “Kanalı parçaladınız” dediler. Sanırım geçen gece bizimle altıncı yoğunluk arasındaki “bağlantı” genişledi. İyi bir bağlantı kurduk kesinlikle!

S: (Seyirci) Herhangi bir baş dönmesi etkisi oluyor mu?

C: (L) Hayır, baş dönmesi yok. Daha çok cilt üzerinde sıcak hava cereyanı gibi ve sonra da keyifli bir his.

S: (Seyirci) Coşku gibi mi?

C: (L) Hayır, yoğun bir zihinsel keskinlik gibi. Güçlenen bir odak… Bu bizi gerçekten enerjilendiriyor. Sekiz saat süren celseler oldu. Peşpeşe bir sürü kaset doldurduk ve kimse yorulmadı!

S: (Seyirci) Celseler sırasında odada başka hareketler oluyor muydu? Raflardan nesnelerin fırlaması gibi?

C: (L) Hayır, öyle bir deneyimimiz olmadı. Bu soruyu sorduk ve Kasyopyalılar böyle bir hareket olması durumunda bunun kesinlikle alt çakraların enerjisiyle ilişkili olacağını söyledi. Biz burada o seviyede birşeyle ilgilenmiyoruz. Eğer poltergeist türü birşey yaşarsanız, bunun hangi seviyelerle ilgili olduğunu rahatlıkça tahmin edebilirsiniz. Ama elbette deneyin ilk aşamalarında o tür birkaç deneyimimiz de oldu. Bir keresinde bir şamdan raftan düştü ve birkaç başka şey fırlayıp bir yerlere çarptı. Bu gerçekten nahoş bir enerjiydi. Biz o tür şeylerin ötesine geçtik.

(T) Kasyopyalıların kim veya ne olduklarından bile emin değiliz. Altıncı yoğunluk olduklarını ve gelecekteki “biz” olduklarını söylüyorlar ama durum bu olmayabilir. Burada oturup sadece onlar öyle söyledi diye buna inanmayız. Bunu bu şekilde sunuyoruz çünkü sadece bu bilginin sunumuna aracılık ediyoruz. Hala neyle bağlantı kurduğumuzu merak ediyoruz. Bu bir tür evrensel bilgi alma sistemi mi? Bir tür evrensel bilgisayar mı? Jung’un bahsettiği arketipsel bilinç mi? Neyle bağlantı kurduk, bilmiyoruz.

Farklı materyallerde konuyla ilgili aldığımız onaylamaların ötesinde, beni bununla ilgili olarak etkileyen şey verilen bilgilerin tutarlılığı. Elimizde epeyce materyal var ve tabladan almakta olduğumuz bilgiler şu ana kadar aldıklarımızla tutarlı. Kalite seviyesi değişmiyor. Bir hafta aşırı zeki olup da ertesi hafta süper aptallaşan bir temas değil bu. Tutarlı ve sürekliliği var.

C: (L) Belirtmek istediğim bir istisna var: eğer herhangi belirli bir bilgi odadaki insanları üzecekse Kasyopyalılar cevabı genellikle vermiyorlar ve daha sonra tekrar sormamızı istiyorlar. Bu durum, o anda odada bulunan ve cevabı duymaya hazır olmayan kişiye karşı bir nezaket. Sadece biz olduğumuzda, başka insanların mevcudiyetinde gelmeyebilecek bilgiler de geliyor.

(T) Ortamda çocukların bulunmasına da izin vermiyorlar. Bu tür faaliyetlerin onlar için zararlı olabileceğini, çünkü üretilen enerji seviyelerinin bir anlamda “genç devreler” için aşırı olabileceğini söylediler.

S: (Seyirci) Görünüşe göre kaynaklarınız birer Özgür İrade savunucusu. Çünkü evren bunun üzerine kurulu gibi görünüyor. Bizim yoğunluğumuzda Özgür İradeye karşı meydana geliyor görünen müdahalelerin nedeni hakkında herhangi bir bilgi verdiler mi? Elbette biliyorum ki buraya gelmeden önce kaçırılmayı kabul ettiğimizi söyleyen pek çok kaynak var ama bana göre bu biraz fazla sudan bir sebep.

C: (T) Bize söylenen şey bu evrenin bir Özgür İrade Evreni olarak yaratıldığı. Tüm ruhların ne istiyorlarsa yapmalarına özellikle izin verilecek şekilde yapılmış. Ruhlar ne yapmak istedikleri konusunda tamamen özgürler. Griler, Kertenkeleler, her kim insanları kaçırıp implantlar takıyorsa, bunu yapmaya hakları var çünkü gelip bize bunu yapmak onların Özgür İradesi dahilinde. Ve davranışlarını açıklamak için bize ne istiyorlarsa onu söylemeye de hakları var.

Bizim ise bizi kaçırıp bunları söyleyen varlıklara inanmama hakkımız var. Onlara inanıp inanmamak bizim özgür irademiz dahilinde. Belki hayatlarımızdan birinde bize bunu yapmaya hakları olduğunu söylediler ve biz de onlara inanmayı seçtik. Bu hayatta aynı numaraları deniyorlar ve biz onlara inanmamayı seçiyoruz. Her iki taraf da kendi özgür iradesini kullanıyor.

Bu bir Özgür İrade Evreni. Biz fikrimizi değiştirdik. Bizi bu konuda bir seçim hakkımız olmadığına ikna etmeye çalışıyorlar. Onlara inanıp inanmamak bizim özgür irademiz dahilinde.

Elbette bundan fazlası var çünkü fiziksel müdahaleler sürekli var. Fiziksel veya yarı-fiziksel olarak bizden daha güçlüler. Bu tıpkı bizim gerçekliğimizde bizimle hayvanlar arasındaki ilişki gibi. İneklerin, koyunların, tavukların da Özgür İradesi var ama biz onlardan daha güçlüyüz ve onları (ve kendimizi) onları tüketme hakkımız konusunda ikna ettik. “Bu sizin için iyidir, sizin hayattaki amacınız bu” şeklinde. Tıpkı bizim hayvanları tüketmemiz gibi, üst yoğunluklardakiler de bizi tüketiyor.

Ama bu çoğu zaman fizikselden çok enerjisel anlamda oluyor. Bir bakıma bir besin zincirinin parçasıyız ve kesinlikle zincirin tepesinde değiliz!

300.000 yıl önce çeşitli yoğunluk seviyelerinde Başkalarına Hizmet güçleri ile Kendine Hizmet güçleri arasında bir savaş olmuş. Ne yazık ki bu savaşı Kendine Hizmet güçleri kazanmış.

Kertenkeleler dördüncü yoğunluk Kendine Hizmet varlıkları. Üçüncü yoğunluğa gelebilirler ama burada ancak kısa süre kalabilirler çünkü teknolojileri bunu uzatmaya imkan tanımıyor.

Dördüncü yoğunlukta da teknoloji kullanılıyor. Fizik ötesi şeyler hakkında bilgilerini artırıyorlar. Bize boyun eğdirdiler, bize implantlar taktılar, kim olduğumuzu ve aslında neler yapabileceğimizi hatırlamayalım diye DNA’mızla oynadılar.

Kertenkeleler Grileri yarattı. Onlar da dördüncü yoğunluk. Ruhları yok. Robotlar. Kertenkeleler Grileri kendilerinin birer projeksiyonu olarak üçüncü yoğunluğa gönderecek şekilde yarattılar. Kendi enerjilerinin bir bölümünü onlara projekte edip üçüncü yoğunlukta kullanıyorlar. Yani Kertenkeleler Grileri sadece uzaktan kontrol etmekle kalmıyorlar, bir bakıma onların içindeler, onların gözüyle görüyorlar. Kertenkelelerin insanlara boyun eğdirme amacı bizi besin olarak kullanmaktır. John Lear ve Bill Cooper’ın bahsettiği insan parçalarıyla dolu fıçılar hakkındaki hikayenin bir ölçüde doğruluğu olabilir. Ama temel olarak enerji alıyorlar. Enerjimizi istiyorlar. Dördüncü yoğunlukta ihtiyaç duydukları şey bu, çünkü dördüncü yoğunlukta temel olarak birer enerji varlığılar. Enerjiyle besleniyorlar. Pozitif enerji var, negatif enerji var. Dördüncü yoğunluktaki Kendine Hizmet varlıkları üçüncü yoğunluk varlıklarının ürettiği negatif enerjiyle, hatta bazen birinci ve ikinci yoğunluk varlıklarının ürettiği enerjiyle besleniyorlar.

Bizden hoşlanıyorlar çünkü bizim duygularımız var. Duygular enerji üretiyor. Grilerin “duygularımızla çok ilgili” görünmeleriyle ilgili olarak sürekli okuduğunuz şeylerin nedeni bu. Sevgimiz, nefretimiz vesaire. Bizi kontrol ediyorlar ve negatif enerji üretecek durumlar yaratıyorlar. Ne kadar çok negatif enerji üretebilirlerse, o kadar çok besinleri oluyor. Tüm mesele bu.

Bir amaçları daha var: üçüncü yoğunluk fiziksel/materyal varlıklar olma fikrinden hoşlanıyorlar. Bunu uzun süredir yapmadılar ve üçüncü yoğunluğun fizikselliği onlara çok çekici geliyor. Kendine Hizmet’e çok adandıkları için, kendileri için yeni bir ırk yaratma planları var.

Anlamanız gereken şey, burada çok miktarda bilgi elde ettiğimiz ve bize ne anlatılmaya çalışıldığını anlamak için bu bilgileri daha derinlemesine araştırmakta olduğumuzdur. Bize gerçekten çok miktarda bilgi verdiler. Bir celse yaparken sadece soru sormuyoruz, aynı zamanda sohbet ediyoruz. Bir Ouija tablasıyla normalde yapılan şeyden farklı. Bilirsiniz, bunu yapanlar genellikle “Zengin olacak mıyım?” “Evet.” “Fakir olacak mıyım?” “Hayır.” “Kaza geçirecek miyim?” “Evet.” gibi şeyler yapıyorlar. Biz sohbet ediyoruz. Bizimle konuşuyorlar. Onlara bir soru soruyoruz, bir cevap alıyoruz ve sonra cevabı kendi aramızda konuşuyoruz. Onlar da bizim yorumlarımız hakkında yorumlar yapıyorlar. Analizimize katılıyorlar veya katılmıyorlar.

Bugün anlatmaya çalıştığımız şey, ki bunu ilk kez bu kadar büyük bir grupla yapıyoruz, hala bu bilgileri incelemekte olduğumuzdur. Evde oturup birşey hakkında konuşacaksanız durup bir konu belirleyip onun hakkında konuşursunuz. Biri birşey söyler, bu size birşeyi hatırlatır, o konuya girersiniz ve sohbet sırasında daldan dala atlarsınız. Baştaki sohbet konusu bir daha hiç açılmayabilir.

Bizim celselerimiz de öyle birşey. Bir konuyla başlıyoruz, o bizi başka bir konuya götürüyor, derken başka bir konu. Dolayısıyla ham transkriptlerde pek çok bilgide bu anlamda bir karışıklık var. Serbest çağrışımla pek çok konu açılıyor. Dolayısıyla sonradan alakalı parçaları bulup birleştirmemiz gerekiyor. Bu soru ve cevaplardan, bilgi ve yorumlardan oluşan büyük bir yapboz gibi.

Tüm bu bilgileri inceleyip kağıda döküyoruz. Tüm bilgiler defterlerde, kasetlerde bulunuyor. Laura oturup tüm bu kasetleri yazıya dökmek, kasetlerdeki bilgilerle defterlerdeki bilgileri karşılaştırmak için epeyce vakit harcıyor. Bu uzun ve zorlu bir süreç çünkü büyük bir grup olduğunda kimin ne söylediğini bilebilmemiz için sesleri tanımak, doğru isimleri koymak zorunda. Burada geçen bir ay içinde 10 puntoyla yazılmış 155 sayfa var. Tüm bunları düzenlememiz ve anlamamız gerekiyor ki tam olarak ele alınmayan hususlarla ilgili akıllıca sorular sorabilelim.

(J) Evet, eğer birşeyi bize daha önce söylemişlerse bunu her zaman söylüyorlar. Bazen itiraz edebiliyoruz ama dönüp baktığımızda gerçekten söz konusu bilginin verildiğini görüyoruz!

(L) Evet ve eğer bir soru sorulmuşsa ve altı ay sonra farklı bir kişi aynı soruyu sorarsa Kasyopyalılar dönüp geçmiş celseleri incelememizi söylüyor. “Falanca katılımcıyı biraz hızlandırın” diyorlar.

(T) Evet, daha önce açıklanmış şeyleri sorduğumuzda dönüp bakmamızı söylüyorlar.

(J) Bir keresinde bize “HAYIR! Durun! Dinleyin! Bekleyin!” dediler. Çünkü sorular içinde boğulmuştuk ve onlar da bize “Cevaplara sahipsiniz!” dediler. Kanallamayı durdurup konuyu konuşmamızı söylediler. “Ağ çalışması yaparak” yanıtları bulabileceğimizi söylediler.

(L) Evet, konuyu bir saat veya daha fazla tartıştık ve sonunda cevabı zaten bildiğimizi fark ettik.

(T) Sonuç olarak, görünüşe göre bize söyledikleri şey, yani altıncı yoğunluktaki “bizin” şu andaki “bizin” anlamasına yardımcı olmaya çalıştığı şey, önümüzdeki yaklaşık yirmi yıl içinde bir Boyut Dalgasının, yani bir tür boyut pencerenin buraya geleceğidir. Geldiğinde, bireysel olarak değil de bir grup olarak üçüncü yoğunluktan dördüncü yoğunluğa geçme fırsatımız olacak.

Öncelikli amaç bu geçişi yapmayı sağlamak. İkinci amaç, bizi tekrar özgürlük diyarına taşımaya çalışan Başkalarına Hizmet varlıklarının Kertenkelelere karşı olan mücadelesinin bir parçası olmak. Başkalarına Hizmet varlıkları Özgür İradeye müdahale etmez ama eğer bizi yeterince bilgilendirebilirlerse, kendi özgür irademizle özgürlüğe dönme seçimi yapabiliriz ve böylece Kertenkelelerin insan ırkı üzerindeki kontrolü de sona erer.

Görünüşe göre amaç Kertenkelelerin insan ırkı üzerindeki kontrolüne bir son vermek. Bu işe yarayacak veya yaramayacaktır. Üçüncü yoğunlukta her ne oluyorsa oluyor. Daha sonra çabanın odak noktası evrendeki bir başka yere kayıyor. Çünkü bunu başka yerlerde de yapıyorlar. Dünya bunun meydana geldiği tek yer değil.

(L) Ve bunun korkunç birşey olduğunu düşünmeyin. Yarısı siyah yarısı beyaz olan Yin-Yang sembolünü hepiniz biliyor musunuz? Herşey bununla ilgili. Buna bu yoğunluktaki anlamıyla bir savaş gözüyle bakmak zorunda değiliz ama bu yoğunlukta kısmen kendini bu şekilde ifade ediyor ve kısmen de Gezegensel Değişimler yoluyla. 300.000 yıldan uzun bir süredir Kendine Hizmet alemindeyiz veya dairenin karanlık tarafında. Şimdi yeni bir olasılık geliyor. Kasyopyalılar tüm bunları yapma nedenimizin “eğlence” olduğunu söylüyor! [kahkahalar]

Şimdi bir mola vereceğiz ve moladan sonra bir celse gösterisi yapmaya çalışacağız. İşe yarayıp yaramayacağını bilmiyoruz ama deneyeceğiz. Herhangi şahsi bir soru istemiyoruz. Önümüzdeki yıl hangi evi alacağınızı sormayın. İyi sorular sorun, yazıp bize verin ve bakalım neler olacak.

Mola sırasında tablayı hazırladık, sandalyeleri dizdik, herkes pusulanın işaret ettiği yönlere göre uygun şekilde hizalandı. Ben Doğu tarafında oturdum, Frank Kuzey’de, T ise Batı’da. Güney açıktı. Oturduğumuzda gerçekten gergindim çünkü farklı bir mekanda tablanın çalışıp çalışmayacağını bilmiyordum. Ama birkaç saniye sonra planşet büyük daireler halinde hareket etmeye başladı:

C: “Merhaba.”

S: (L) Merhaba.

C: Yeni bir yer mi?

S: (L) Evet, yeni bir yer gerçekten. Nereden bağlantı kuruyorsunuz?

C: Kasyopya.

S: (L) Burayla bağlantı kurmakta zorluk yaşıyor musunuz?

C: Biraz ama dengelenecektir.

S: (L) Seyircilerimizin soruları var. Başlayalım mı?

C: Elbette!

S: (L) İlk soru: “Astral varlığımız hangi yoğunlukta?”

C: Derin düşünce ve değerlendirme yoğunluğu, 5. yoğunluk. Açıklamadınız, değil mi?

S: (L) Evet, onu açıklamayı unuttuk. Pardon.

C: Tamam. 5. yoğunluğu şimdi açıklayın lütfen.

S: (T) Beşinci yoğunluk öldüğümüzde ruhlarımızın gitti yer. İlk dört yoğunluktan birinde fiziksel bedeninizden ayrıldığınızda, ruhunuz beşinci yoğunluğa gider. Buna derin düşünüş ve değerlendirme yoğunluğu diyorlar. Ölünce oraya gidip bitirdiğiniz hayatı inceliyorsunuz, dersler çıkarıyorsunuz ve bir sonraki enkarnasyonunuzda ne yapmak istediğinize karar veriyorsunuz. Birden yediye kadar uzanan yoğunluklar zincirinde, ruhlar birden dörde kadarki yoğunluklarda ve altıncı yoğunlukta aktif şekilde, beşinci yoğunlukta ise pasif şekilde bulunuyor. Doğru anlamış mıyım?

C: Evet.

S: (Seyirci) Kanal yaratmak için ne gibi bir enerji kullanıyorlar?

C: Açık frekans EM dalgası.

S: (Seyirci) Kanal yaratmak için bir matematik formülü var mı? Varsa nedir?

C: Boş vaktinizde bir tane yaratın!

S: (L) Sanırım eğer matematiksel bir formül istiyorsanız, boş vaktinizde bir tane yaratmanız gerekiyor! [Kahkaha] (J) Bu mizah sanırım.

C: Tamamen mizah değil!

S: (Seyirci) Bu bizim mevcut bilimsel seviyemizin ötesinde mi?

C: Evet.

S: (Seyirci) Amiral Byrd’in anlattığı, dünyanın iç kısmında mevcut olan şey nedir? Amiral Byrd’in anlattığı iddia edilen, daha doğrusu.

C: Geçiş farkındalığı “penceresi.”

S: (L) Dünyanın iç bölgesinde bir pencere mi var yani?

C: O olayda Amiral Byrd için vardı.

S: (L) Yani Byrd bir farkındalık penceresinden mi geçti?

C: Evet.

S: (T) Farkındalık penceresi nedir?

C: Söylendi.

S: (L) Evet. Transkriptlerde var.

C: Eğer farkındalık dengesi uygunsa, başka alemlere erişilebilir.

S: (L) Eğer farkındalık dengesi uygunsa, “geçiş farkındalığı penceresi” sayesinde başka bir aleme geçiş için gerekli farkındalığa mı sahip oluyorsun? Şöyle böleyim: Eğer farkındalığın dengeliyse, bir “pencere” yaratabiliyorsun, doğru mu?

C: Yakın.

S: (L) Bu bir insana bir anda olabilir mi?

C: Evet.

S: (L) Yani bilinçli olarak üzerinde çalışman gereken birşey olması gerekmiyor, herhangi bir zamanda, herhangi birine olabilir, öyle mi?

C: Muhtemel değil.

S: (L) Yani olabilir ama bir hazırlık olmadan meydana gelmesi muhtemel değil. Tamam, bir sonraki soru: “Yedinci yoğunluktan sonra Big Beng oluyor ve herşey baştan mı başlıyor?

C: Yakın ve kısmen. Büyük Döngü erişimi.

S: (L) Yedinci yoğunluğun “Büyük Döngü Erişimi” olduğunu mu söylüyorsunuz?

C: Hayır, tekrar incele.

S: (L) Yedinci yoğunluk big-beng ve herşey baştan başlıyor ve bu Büyük Döngü denen şey, öyle mi? Aslında başlangıç veya son yok, sadece sonsuz bir döngü var, doğru mu?

C: Hayır. Büyük Döngü buradaki 6 kişi için kendi kendini açıklayan bir kavram.

S: (L) Sanırım ben onlardan biri değilim. (Seyircilerden biri bir açıklama yapıyor ama şahıs muhtemelen odanın arkalarında olduğu için kasetteki sesini deşifre etmek mümkün olmadı. “Yedinci yoğunlukta Büyük Döngü’ye erişim için bir erişim penceresi var” gibi birşey söylüyor.)

C: Evet.

S: (Seyirci) Büyük Piramit’in gerçek yaşı nedir? (L) Bu daha önce söylenmişti.

C: Evet.

S: (L) Sanırım 10.600 yaşında denmişti, yaklaşık olarak. (Seyirci) Dünyadışı araçların göllere, nehirlere, okyanusa daldığı falan gözlendiğinde, bu araçlar nereye gidiyor?

C: Değişken.

S: (Seyirci) Longboat Key’de gördüğüm araç nereye gitti? Longboat Key’den nereye gidiyorlar?

C: Belirli bir yere değil.

S: (L) Farklı yerlere mi? (T) Bazıları bir üsse mi gidiyor?

C: Orada değil, ama hatırlayın, tek değil iki yoğunluğa referansları olan birşey hakkında konuşuyorsunuz. Dolayısıyla üçüncü yoğunluğun “kuralları” her zaman geçerli değil.

S: (Seyirci) Okyanus suyunu bir kanal veya pencere olarak mı kullanıyorlar?

C: Belki ama tek “yöntem” değil.

S: (T) Yani suya bir kez girdikten sonra pek çok şey yapıyor olabilirler.

C: Evet.

S: (T) Orada sadece beklemek de dahil.

C: Neden olmasın?

S: (Seyirci) Onlara Büyük Piramit’i kimin inşa ettiğini sordunuz mu hiç? (L) Evet, sorduk. Yanıt Atlantislilerdi.

C: Atlantislilerin torunları.

S: (Seyirci) Piramitlerin amacı hakkında birşey söylediler mi hiç?

C: (L) Evet. Öncelikle, Atlantis medeniyeti çok uzun bir süre boyunca var oldu ve kürenin epeyce bir bölümüne yayıldı, yani sadece o yarı-efsanevi “Atlantis kıtasıyla” sınırlı değildi.

Görünüşe göre Atlantisliler için gezegenler arası seyahat bizim alışverişe gitmemiz kadar kolaydı. Ay’da, Mars’ta üsleri vardı. Ay’daki ve Mars’taki anıtlar Atlantis kökenli. Ay’da ve Mars’ta dev kristalleri vardı ve bunlar birer güç kaynağı olarak kozmik ve solar enerjiyi bir güç kaynağı olarak toplamak için kullanılıyordu.

Dünya’da bu kristallerin bulunduğu yerler hakkında da konuştuk. Atlantis’i yıkan afetlerin bu kristalleri neden yok etmediğini sorduk ve verilen yanıt, bu kristallerin mühendislikleri gereği çok büyük enerjileri emip dönüştürdüğü şeklindeydi. Bunlardan bir tanesinin üzerinde atom bombası bile patlatsanız, kristal o patlamanın enerjisini alıp dönüştürüyor. Tasarımsal işlevi bu.

Mevcut teknolojimizle bu kristalleri nasıl kullanabileceğimizi anlamamızın mümkün olup olmadığını sorduk ve “Bir Neandertal bir Boeing 747’yi nasıl uçuracağını bilir miydi?” şeklinde bir yanıt aldık. [Gülüşme]

Yani Atlantislilerden bahsettiğimizde süper gelişmiş bir medeniyetten bahsediyoruz. Bu şaşırtıcı kültürü yok eden felaketten sonra Atlantislilerin torunları o piramitleri yaptı. Bunlar daha önceki piramit biçimli dev kristallerle benzer bir işlev görüyordu ama çok daha az etkiliydi. Yani piramitler devasa birer makine. Havayı kontrol etmede, bir medeniyetin “gelişmiş” olarak kabul edilebilmesi için gereken pek çok şeye enerji sağlamada, muhafaza, dönüştürme ve ayrıca şifa çalışmalarında. Tıpkı bizim elektriği kullanma biçimimiz gibi o enerji pek çok alanda kullanılıyordu. Yine de bu medeniyet, çok daha gelişmiş olan Atlantis medeniyetinden bir gömlek alttaydı ve zaman geçtikçe ve pek çok şey oldukça bu bilgi de sonunda kayboldu.

S: (Seyirci) Çin’de dev bir piramit veya basamaklı piramit var mı?

C: Evet.

S: (T) Bize o piramit hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

C: Evet.

S: (L) O da mı Atlantislilerin torunları tarafından inşa edildi?

C: Evet.

S: (L) Sanırım Atlantis medeniyeti bizim mevcut medeniyetimize çok benziyordu. Atlantis belirli bir coğrafi bölgenin adı değildi. Bizim şimdi “Teknolojik Batı Dünyası” dediğimiz şey gibiydi. Şimdinin Amerikası gibi. Atlantis medeniyetinin zirvede olduğu süreçte dünya nüfusunun ne olduğunu sorduğumuzda, yanıt şu andaki dünya nüfusuyla aynıydı; 6 milyarın biraz üzerinde. Afetten sonra kaç kişi kaldığını sorduğumuzda aldığımız yanıt 19 milyon veya 119 milyondu. Yazıya geçirme işlemleri sırasında bir şeyleri karıştırdım. Kasedi tekrar bulup öğrenmem lazım. Kaçtı?

C: 19 milyon.

(L) 6 milyardan önemli bir düşüş bu.

S: (Seyirci) Birinci yoğunlukla altıncı yoğunluk arasındaki tüm o çeşitli geçişlerde herhangi bir ruh hiç söner mi, yok olur mu?

C: Hayır.

(T) Bunu çeşitli defalar sorduk. Görünüşe göre tüm ruhlar “zamanda” aynı noktada varolmuş ve yedinci yoğunluğa da aynı zamanda dönecek. Yeni ruhlar yaratılmıyor ve hiçbir ruh asla yok edilmemiş, sadece “ders profillerine” göre veya öğrendikleri veya öğrenmeleri, deneyimlemeleri gereken şeylere göre bir halden başka bir hale geçiş yapıyorlar. (L) Evet, bu iyi haberdi. Şimdi kötü haber: dalganın bu geçişinde dördüncü yoğunluğa mezun olmayanlar üçüncü yoğunluğa en baştan başlayacaklar. [gülüşmeler]

S: (Seyirci) Dünyada neden bu kadar çok acı olduğunu sordunuz mu hiç?

C: (L) Evet, ve bu Havva’nın suçu değil!

S: (Seyirci) Başkalarını bilmiyorum ama eğer orada bir yerde bir ütopya varsa ben orada olmayı ve buraya asla geri dönmemeyi tercih ederim. Ve sizin bana söylediğiniz şey, altıncı yoğunluğa dönsek bile geri dönmek zorunda olacağımız.

(L) Hayır, kastettiğiniz beşinci yoğunluk, yani derin düşünce ve değerlendirme seviyesi. Orada kararlar veriyorsunuz. Ve eğer şu anda buradaysanız bu sizin burada olmayı seçtiğiniz anlamına geliyor. Ama üçüncü yoğunluk Kendine Hizmet seviyesi döngüsünden, yani sürekli diğer varlıklarla beslenmek zorunda olduğunuz seviyeden çıkmak için, ki temel husus da budur, o meseleyi, yani fizikselliği aşmanız gerekiyor. Diğer varlıklarla bütünlük halinde, sadece veren bir enerji varlığı oluyorsunuz ve bu ortakyaşam içinde kimse bir yokluk yaşamıyor.

Ama evet, bu seviyedeki acı çekişin çok belirli bir sebebi var ve T az önce buna değinmişti. Son 300.000 yıldır bizimle beslenmiş olan Kertenkele varlıklarının hakimiyeti.

Bizi aptallaştırdılar, bilincimize kıskançlık, hırs, açgözlülük gibi kontrol güdüleri ektiler ve böylece biz burada sürekli negatif enerji üretirken onlar dördüncü yoğunlukta oturup afiyetle bu enerjiyi emiyorlar!

Negatif hallere girdiğinizi hissettiğinizde, eğer bunu aşmak istiyorsanız, tek yapmanız gereken şey o halin size ait olmadığını anlamaktır. Evet bu durum bu yoğunluktaki fizikselliğimizin bir parçası ama bu tür duygular egemen olacak şekilde fizikselliğimiz üzerinde genetik olarak oynama yapıldı. Bu tür durumları iptal edemezsiniz ama bu tür durumların kontrolü altında kalmayı reddedebilir, başka türlü olmayı seçebilirsiniz. Tabi bu ruhun seçimi ile vücudun istekleri arasında bir içsel mücadele gerektirebilir. Vücudun istekleri, kendilerini beyne rasyonalize ettirme konusunda oldukça zekidir ve böylece olan biteni net bir şekilde göremeyiz.

S: (Seyirci) Yani bir noktada bu hal içinde olmayı aslında kendimiz seçtik ve şimdi başka bir hale geçmeyi seçebiliriz, öyle mi?

C: (L) Aynen öyle. Her an Kertiş programını izleme ile başka seçimleri takip etme seçeneğine sahibiz. Lusifer efsanesinin bu seçimin hikayesi olduğunu ve Lusifer’in, yani insan ırkının, insan kitlesinin, geçmişte şu an içinde bulunduğumuz hali seçtiğini öğrendik. Sizi bilmiyorum ama benim için bu kadarı yeterli. Sanırım artık fikrimi değiştirdim! [Kahkahalar]

Bu noktada bir seyirci (“AB” olarak geçiyor) T’nin tabladaki yerini aldı. Bu şahıs, celsenin başında masada tablanın yanına küçük bir ölçüm cihazı yerleştiren “şüpheci”ydi.

S: (L) Pekala, şu anda tablada yeni biri var…

C: Evet.

S: (L) Bir kişi Walk-in’ler hakkında birşey soruyor ama bunu sormadan önce ben bir tür “ön-soru” sormak istiyorum. “Walk-in” denen olay ne sıklıkta oluyor?

C: Nadir.

S: (L) Çok popüler bir kavramdı bu ve hala da öyle. “Aa, bunu ben yapmadım, bu bedenin önceki sahibi yaptı!” demek ne kadar kolay. Veya “Şimdi bunu yapabilirim çünkü bu bedeni yeni devraldım. Ben aslında çöpçü değilim, beyin cerrahıyım, bana bir neşter verin!”

İnsanlar kendileri hakkında çeşit çeşit egzotik ve ayrıntılı “geçmişler” yaratıyordu ve duyduğum kadarıyla bu hikayeler gün geçtikçe çılgınlaşıyordu! “Ben Hugabuga gezegeninden Prens veya Prenses Falanca Falanca’yım! Önümde eğil, köylü!” Bu daha ne kadar çılgınlaşır acaba?

S: (Seyirci) Başka gezegenlerdeki gerçek, fiziksel yaşam formları hakkında soru sordunuz mu? Evrende yalnız mıyız?

C: (L) Sorduk. Ama öncelikle az önce sorulan soruya yanıt alalım: “Walk-in olduğunu iddia edenlerin herhangi biri gerçekten öyle mi?” Bunu bir şekilde yanıtlamış olduk. Evet, bu olabiliyor ama çok nadir. Soru devam ediyor: “Eğer öyleyse, onlar tam olarak kim? Longboat Key’deki arkadaşım Gail ____ de onlardan biri mi?”

C: Hayır.

S: (L) Evet, bu soru için de yanıt almış olduk. [İlgili seyirci başını öne arkaya güçlü şekilde sallıyor.] Bunu zaten biliyor muydunuz (AM) Evet. Sadece emin olmak istedim.

S: (AB) Sürüngenimsi varlıkların DNA’mızda verdikleri zararın boyutları epey büyük, peki bunu onarmak için ne yapabiliriz? Buna yönelik bir diyet ayarlaması olabilir mi?

C: Belki. Denemek ve keşfetmek bireye kalmış.

Şunu belirtmeliyim ki, tablaya bu yeni kişinin gelmesiyle birlikte enerji oldukça parçalı hale gelmişti ve planşet çok yavaş hareket ediyordu.

S: (L) Sanırım kanal yeni enerji için yeniden uyarlanmak zorunda.

C: Evet. Cihazdaki ışık dalgalanmasına bakın.

S: (L) Yanımızdaki ölçüm cihazı mı? Çevirin görelim. (T) En düşük kaç oluyor? (AB) Normal ortamda .1 veya .2. Ben oturmadan önce bazen 5’e yükseliyordu. (J) Işık dalgaları derken neyi kastediyorsunuz?

C: Yakındaki pencere.

S: (L) Bir uzay/zaman penceresi mi? [Odada fiziksel anlamda bir pencere yoktu.]

C: Evet.

S: (L) Galiba bu DNA’yla ilgili sorunuza bir yanıttı. Cihazın bir tür enerjiyi göstermekte olduğunu söylüyorlar sanırım ve bu enerji, kanallamanın yarattığı “pencerenin” veya kanalın yakınındaki ışık dalgalarından kaynaklanıyor olmalı. Ve bu DNA’yı değiştirebilecek şeylerden biri. Şunu veya bunu yemenin-içmenin bir fark yaratabileceğini sanmıyorum. Önemli olan içerideki ve elbette içerideki şey yediklerinizi içtiklerinizi değiştirebilir bir bakıma ama bu, DNA’yı değiştirmek için kasıtlı olarak yapılan değişiklikten farklı bir değişiklik. (AB) Tam olarak kaçlık bir ışık frekansını kastediyorsunuz?

C: 6.5.

S: (AB) Angstrom mu?

C: Evet.

S: (AB) Bu bir orta kırmızı neon lazerinin frekansı. Lazer monokromik bir frekanstır. O lazer kalemleri gibi. Sadece tek bir renk, kesin bir frekans verir. 6.5 orta-turuncu mu oluyor?

C: Evet.

S: (Seyirci) Devletimizdeki ve ordumuzdaki belirli insanlar açık ve dürüst olmak yerine komplomsu davranmaktan ne kazanıyorlar?

C: Açık.

S: (T) Pek çok şey. Bundan kazandıkları belirli birşey var mı?

C: Bildiğimiz kadarıyla yanıt tehlikeli.

S: (T) Hassas konulara temas ettiğimizde bu tür bazı yanıtlar almıştık.

Bu noktada kaset bitti ve önceden kaderleştirilmiş olduğu söylenen gösteri celsesini bitirdik. Bu küçük, yerel MUFON grubunun şimdiye kadarki en yüksek seyirci sayısını görmüş olması dışında bu çalışmanın ne gibi etkileri mi olmuştu?

Bu gösteriden kısa bir süre sonra ilginç bazı gelişmeler oldu. Bu celseden iki ay sonra, fizikçi Profesör Ruggero Santilli’nin katılması planlanan bir başka yerel MUFON toplantısına katıldık. Gösterimize katılmış olan insanların pek çoğu da o toplantıda mevcuttu ve mola sırasında birkaç tanesi kanallama deneyimizle ilgili sorular sormak için etrafımıza toplandı. Prof. Santilli de geldi ve ona durumla ilgili kısa bir özet sunuldu ve Prof. Santilli bir celseye katılmak isteyecek kadar ilginç buldu durumu.

Tesadüfen o akşam bir celse yapmayı planlıyorduk ve böylece o toplantıdan sonra Prof. Santilli’yi ve karısını da alıp eve dönüp celseye başladık.

27 Mayıs 1995

S: (T) Bu gece bazı konuklarımız var. Roger ve Carla Santilli bizle birlikte. Birazdan Roger’ın soracağı bazı sorular olacak.

C: Merhaba Roger.

S: (RS) Merhaba. UFO’ların itiş sistemi hakkında herhangi bir ipucu alıp alamayacağımızı öğrenmek istiyordum.

C: Tabii ki!

S: (RS) UFO’ların itiş sisteminin mekanizması nedir?

C: Bu şekilde sorulduğu zaman yanıtın verilmesi çok zor, çünkü çoklu gerçekliklerden, çoklu yoğunluk seviyelerinden ve ayrıca çok çeşitli modlardan bahsediyoruz!!

S: (RS) Madde alanındaki bir anti-parçacığın karşılaştığı çekim çekici midir, yoksa itici mi?

C: Senin çalışmalarına paralel olarak düşünüldüğü zaman itici, ancak önceki yanıtta kastedildiği gibi, sizlerin çok aşina olduğu bu boyutun dışında da boyutlar var.

S: (RS) Bir sonraki sorum şu: parçacıklar ve madde bizim zaman doğrultumuzda hareket ediyor; peki anti-parçacıklar ve anti-madde zamanda geri mi akıyor?

C: Bunu denklemin yalnızca yedide biri olarak düşün Roger!

S: (L) Üçüncü yoğunluk seviyesinde bunun doğru olup olmadığı konusunda bir yanıt alabilir miyiz?

C: Geri.

S: (RS) Evet! UFO’ların itiş sistemleriyle ilgileniyorum ve yıldızlararası uzak mesafeleri katetmenin tek yolu olarak algıladığım şey ise bir “mekan/zaman” makinesine sahip olmak. Bir şekilde zaman ve mekanı katlamadıkça çok büyük mesafeleri aşamayız. Mekanı katlamak için, onu zamanla birlikte katlaman gerekir. Bir mekan/zaman makinen olmadıkça, yıldızlararası yolculuk yapamazsın. Fakat mekan/zaman makinesi, zamanda ileri ve geri hareket etme yeteneğine de sahip olmak demek.

(L) Evet, böyle bir imkanla zamanda ileri-geri hareket yoluyla istediğin yere bir anda gidebilirsin.

(RS) Anti-maddeyi bir itiş gücü olarak kullanıp kullanamayacağımızı sormamın nedeni buydu, çünkü doğru yönde itici olurdu. İkinci soru ise, anti-maddeyi kullandığımızda zamanda geri mi gideceğimizdi. Çünkü gözlenen UFO’lar mekanda hareket edip zamanda hareket etmiyor olabilir, veya zamanda hareket edip mekanda hareket etmiyor olabilirler. Bir UFO gördüğünde, bu onun seninle aynı zaman içinde olduğu anlamına gelmez. Tamamen farklı bir zamanda olabilir.

(L) Bazen tanığın gözleri önünde yok oluyorlar ve buradaki soru şu: nereye gidiyorlar?

(RS) Mekanda sabit olup zamanda hareket ediyor olabilirler. Veya geri hareket ediyorlar.

(L) Ve hiç zaman kaybı yaşanmamış gibi görünen pek çok kaçırılma raporları var. Geliyorlar, kurbanı alıyorlar, istediklerini yapıyorlar ve sonra da birkaç saniye farkla veya tam olarak aldıkları saniye içinde onu yerine geri bırakıyorlar!

(RS) Evet! Yazdığım bu makale tam da bu konu hakkında! Eğer anti-parçacıklar gerçekten yükseliyorsa, o halde mecburen zamanda geriye doğru gitmeleri gerekir. O halde bundan yararlanıyorlar: bir kaçırılma, aracın içinde herhangi bir süre devam edebilir ama bizim zamanımızda, üçüncü seviyede ise hiç zaman geçmez!

(L) Evet, aynen! Bir de aracın dışarıdan küçük görünmesi ama içinin devasa büyüklükte olması fenomeni var!

(RS) Herşey burada düğümleniyor! Bu çok heyecan verici. Dili öğreniyorum. Bizim üçüncü seviyemizde mekan ve zamanda hareket, zaman ve mekan birimindeki değişiklik yoluyla gerçekleşiyor; birim tersine çevrilebilir mi?

C: Evet, “4.’ye 3.’ye geçiş” dediğimizde bahsettiğimiz şey aynen bu.

S: (RS) Yani 4.’den 3. yolculuk yaptıklarında, birimi ters çeviriyorlar. Dergiye verdiğim makalenin konusu da işte bu! [Kitabı kaldırıyor.] Bu, Ukrayna’da yayınlandı [bir sayfayı açıyor ve diyagram ve denklemleri gösteriyor]. Bu, anti-çekimi test etmeye yönelik bir deney.

Üç kilometre uzunluğunda içi vakumlu bir tünel var. İçindeki havayı emip çıkarıyorlar. İlk yapılan şey, üç kilometrelik tünelin sonunda çekimsiz noktanın tanımlanması için fotonların fırlatılması.

İkinci olarak, bir nötron fırlatılıyor ve biliyoruz ki nötron çekicidir. Dolayısıyla üç kilometrenin sonunda enerji çok, çok düşüktür. Bu yüzden nötron o noktaya geldiğinde hiçbir çekim etkisi yoktur.

Üçüncü adım aynı anda bir anti-nötron fırlatmak ve ne olduğuna bakmak. Bu deney, bu tablanın işlevini bilimsel olarak açıklayacak. Biz buna anti-parçacıkların çekimi diyoruz çünkü bilmiyoruz. …Einstein bunun bir nötron kadar çekici olduğunu tahmin ediyordu, yani anti-madde ve madde aynı çekime sahip. Einstein böyle söylüyor.

Ama anti-madde, 1915’te Einstein’ın teorisinin ortaya konmasından 50 yıl sonra keşfedildi.

Bizim teorimize göre bir parçacığın yükselmesinin tek yolu, zamanın tersine çevrilmesi. Başka bir olasılık yok. Yani eğer bu deney doğruysa, mekan/zaman makinesi kesinlikle doğal bir sonuç ve laboratuarda test edilebilir. Bir parçacığı zamanda geri ve ileri hareket ettirebilirsin. [Yeni bir diyagram gösteriyor.]

Bu diğer deneydeki amaç nötr bir parçacığın alınıp bir anti-parçacığa maruz bırakılması ama şu anda elimizde anti-madde yok. Yine de bunu yapmanın yolları var ve parçacığın hangi yöne hareket ettiği ölçülebilir. Birimler konusu çok önemli, temel bir konu çünkü örneğin bir UFO’nun dışındayken onu bir araba büyüklüğünde görüyorsun ama içine giren insanlar çok büyük bir iç alanı olduğunu söylüyor. Birimleri ters çevirmekten başka bir yolu yok bunun.

Bizim bir santimetremiz, o araç içinde tamamen farklı bir ölçüde olabilir. Bizim için birim, üç yönde de aynıdır. Ama öyle bir aracın içinde olduğunda, farklı yönlerde farklı birimler olabilir. Bir küpün içine girdiğinde, içeride hem boyutlar hem de şekil farklı olabilir.

C: Bu kavram yoğunluk sınırını aşıyor; üçüncü seviye ile sınırlı değil.

S: (RS) Dördüncü seviyeye geçiyor. UFO’ların itiş sistemi bu yolla işliyor.

C: Farkındalıkta meydana gelen “patlamanın” nedeni yaklaşan dalga. Şimdi, bunu gözünüzde canlandırın, yanıtlar orada…. Bir süre bunun üzerinde düşündükten sonra Roger şu anda psişesinin “merkezindeki” yapbozu çözmesini sağlayacak büyük soruya “rastlayacak”; şu anda sadece tek bir parça eksik…

S: (RS) Sanırım soruları doğru bir şekilde ifade etmezsek… (L) Yanıt alamazsın! Spesifik ol.

C: Aynı kavram alanıyla bağlantısı olmayan çok fazla veri ortaya koyarak akıl karışıklığı yaratmamaya dikkat edin, çünkü ziyaretçi temel olarak belirli bir hususla ilgileniyor; aşinalığının artması için bırakın veriler araştırmacı tarafından kendine uygun bir planla hazmedilsin! Matematiği bölümlenmiş dozajlarla öğrenmek gibi!

S: (RS) İki kısa soru daha ve sonra susacağım…

C: İstediğin kadar soru sor!

S: (RS) Bulunduğumuz üçüncü seviyede anti-madde kullanımı, birimin işaretini değiştirir mi? Yani bu, mekan ve zamanın işaretinin tersine çevrilmesi anlamına mı gelir? (ç.n.: işaret: artı/eksi)

C: Evet, ama üçüncü seviye varlıklarının her zaman karşılaştığı sorun, “diğer” tarafın haritasının çıkarılmamış olması. Bu nedenle, dördüncü seviyeden altınca seviyeye kadar olan BH’den yardım almadan, bu alanda deney önermiyoruz.

S: (RS) Bu inanılmaz bir yanıt, çünkü bu zamanda yolculukla ilgili. Enerji kullanılarak birimlerin rakamsal değerinin değiştirilebildiğini söylediler.

Burada soru şu: Zamanda nasıl geri gidebilirsin? Birimin işaretini değiştirerek. Artı bir saniye ile ileri doğru gidiyoruz ve işareti değiştirecek olursak, eksi bir saniye ile de geçmişe gidiyoruz. Soru: Anti-madde kullanarak geçmişe gidebilir miyiz? Ama onların verdiği yanıt, üçüncü seviyeden dördüncü seviyeye geçmekte olduğumuz.

Şu anda Yunanistan’da, Santia Üniversitesi’nde (?), üniversitenin nükleer fizik laboratuarında, benim çalışmalarıma dayalı, potansiyel olarak çok önemli bir deney yapılıyor. Deneyin amacı, çinko 70 veya molibden 100’ü, 1.294 MeV enerjili Gama ışınları ile bombardımanlayarak yepyeni bir enerji kaynağı bulup bulamayacağımızı görmek. Bu deney başarılı olacak mı?

C: Bahsettiğin tüm deneylerin bir ortak noktası var: Üçüncü yoğunluğun perspektifiyle hepsi “sınır çizgisine” temas ediyor.

S: (RS) Bize yardım edecek misiniz? (Carla) Evet, sadede gelelim! [Gülüşme]

C: Üçüncü yoğunluk teknolojisi kullanılarak üçüncü yoğunluktan dördüncü yoğunluğa geçmek mümkün. O ya da bu şekilde tesadüfi bir şekilde de olsa, çeşitli bireyler ve gruplar bunu gerçekleştirdiler. Sorun şu ki, “yalnızca üçüncü yoğunluk eğitim ve deneyimine sahip biri, dördüncü yoğunluğa ulaştığında ne yapar?”

S: (L) Eğer yeterli zaman ayırırsak, bize bu eğitim ve teknolojide yardımcı olur musunuz?

C: Evet, ama bunu ne için kullanmak istiyorsunuz? Bu bir günlüğüne Disneyland’a gitmek gibi birşey değil, biliyorsunuz! Şunlar hakkındaki bilgi seviyeniz nedir: elektromanyetizma, Einstein’ın “birleşik alan teorisi.” Einstein bu teoriyi hiç bitirdi mi, yoksa teori konsorsiyumun [yani dünyanın gizli yöneticileri, karanlık güçler, “derin devlet”] denetimi altında tamamlanıp hasıraltı mı edildi? Eğer öyleyse bunun sonuçları neler olabilir!!! Ayrıca Roger, “boşlukları doldurma” yeteneğin var mı? Sanırız var!

S: (RS) Üçüncü seviyede elektromanyetizma ile çekiminin birleşmesi söz konusu olamaz çünkü bunlar aynı şey. Aynı oldukları için bir birleşmeye de gerek yok. Bu görüş doğru mu?

C: Evet. Peki ya dördüncü seviye?

S: (RS) Anladığım kadarıyla üst yoğunluğa geçme olasılığının ortaya çıktığı yer de burası. Eğer çekim ve elektromanyetizma aynıysa, o zaman anti-çekim de var. Anti-çekimin kaynağı birleşme değil. Einstein yanıldı, ama bu ikisinin aynı olması, anti-çekimin olduğunu ima ediyor.

C: Sadece üçüncü yoğunlukta araştırıldığında yanlış. Konsorsiyumun devreye girdiği yer de burası, yani “Bir Kutu Solucan “.

S: (T) İnsanlar Einstein’ın Birleşik Alan Teorisi’ni tamamlamadığını düşünüyor, ama bu yanlış olabilir. Dezenformasyon kampanyasının parçası. (RS) Bilindiği kadarıyla Einstein Birleşik Alan Teorisi’ni bitiremedi çünkü varsayımları gerçekleştirilebilir değildi. Birşey sormak istiyorum. Temel bir parçacığın kütlesinin kaynağı esas olarak elektromanyetik niteliktedir ve dolayısıyla temel parçacığın çekim alanı da temel olarak elektromanyetik nitelikte olmalıdır. Üçüncü seviyeden görüşte, çekim ile elektromanyetizmanın aynı olmasının nedeni de bu. Şu an için bizim düşüncemizde bu, deneysel olarak kanıtlanmış birşey. Bu neden yanlış? Bir açıklamaya ihtiyacım var.

C: Üçüncü seviyede yanlış değil, üçüncü seviyeyle sınırlandırmak yanlış.

S: (RS) Üçüncü seviyeden bakıldığında, evrende eşit miktarda madde ve anti-madde olduğu doğru mu?

C: Evet, diğer seviyeler için de geçerli.

S: (RS) O halde evrendeki toplam zaman sıfır?

C: Evet.

S: (RS) Bu inanılmaz!

C: Yalnız, daha az basınç Roger! [Roger sakinleşiyor.] Teşekkürler. Şimdi, unutma, en önemli kavram denge. Denge nasıl sağlanır?

S: (RS) Madde ve anti-madde. Yani, eğer madde zamanın bu doğrultusunda akıyorsa, anti-madde de karşı yönde akıyor. Birbirlerini dengeliyorlar. (J) Evrenin toplam zamanının sıfır olması da bununla ilgili. Eğer biz bu yönde ilerliyorsak, başka bir galaksideki başkaları da öbür yönde ilerliyor olabilir. Toplamı ise sıfır.

C: Galaksi değil, boyut.

S: (RS) Evet. Başka bir seviye. Hep üçüncü seviye düşünüyorum!

C: Artık değil! [Gülüşme]

S: (RS) Çekim ile elektromanyetizmanın aynılığını, dördüncü seviyeyi katarak matematiksel olarak nasıl ifade edebiliriz? Bu nasıl yapılabilir? Dördüncü seviyenin eklenmesi nasıl sağlanabilir?

C: Yanıtları zihninde canlandırmanı istedik. Keşfetmen için her zaman orada bekliyor.

S: (RS) Kolay olmayacak, ama deneyeceğim.

C: Ne kolay ki?

S: (RS) Buradaki mesele, dördüncü seviyeye geçişin matematiksel olarak nasıl ifade edileceği. Sanırım bu izogeometri ile yapılabilir. Daha önce tartıştığımız geometri, yani mekan ve zamanın biriminin genelleştirilmesi…

C: Geometri anahtarlardan bir tanesi, ama başka bir tane daha var.

S: (L) Diğer anahtar nedir? Bir ipucu verebilir misiniz? Sadece küçük bir ipucu. (RS) Bize formülü verin!

C: Sahipsiniz… erişin…

S: (RS) Bunun için bir celse yapmalıyız… Çünkü bu, UFO’larla ilgili sahip olduğumuz tek matematiksel modelin bir doğrulaması… Bildiğim kadarıyla tek model. Bir bilgisayar modelimiz var… Bir UFO yapamayız, bunun için gerekli teknolojimiz yok, ama formülü bilgisayara koyup bir model elde edebiliriz.

C: Geometriyi optikle birleştir.

S: (RS) Ne?! Işık bilimi.

C: Matris.

S: (RS) Ben de aynen bunu yaptım. Matris niteliğinde bir birimle temsil edilen bir ışık ifadesi oluşturdum. Bunu yaptım. Yıllar önce!

C: Ama önemli bir etmeni atladın; unutma, hipotez teori değildir!

S: (RS) Zihnimde kavramsal bir hipotez oluşturmuştum. Bu bir teori değil. Niceliksel olarak formülize edilmesi gerekiyor. Doğruluğu bu şekilde deneysel olarak kanıtlanabilir. Teori sürecini oluşturan şey, hipotez, formül ve deneysel doğrulama.

C: Peki eksik faktör neydi Roger?

S: (RS) Bilmiyorum. Ama nasıl… Bunu matematiksel olarak nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum…

C: Işık dalgaları… çekim… elektromanyetizma…

S: (RS) Bunun üzerinde düşünmem gerek. İzogeometride…

C: Üçüncü seviye fizik anlayışında dalgaların oynadığı rol nedir?

S: (RS) Eterin, yani tüm evreni dolduran şeyin çapraz salınımı. Hayır, dalgalar bir aracıya ihtiyaç duymadan da varolabilir. Çapraz salınımlar tüm evreni dolduruyor.

C: Işık, çekim, optik, atomik parçacıklar, madde, anti-madde… birleştir.

S: (RS) Bu listede herşey var… (J) Hepsinin ortak özelliği nedir? (RS) Ou! Hepsi evreni dolduran şeyin titreşimleri! Biz şeyleri algılıyoruz, herşeyi, hatta şeyler arasındaki boşlukları. Gerçek ise bunun zıddı. Çünkü ışık bir dalga, tıpkı ses gibi. Eğer havayı çıkarırsan, ses yayılamaz. Işık da aynı şey. Işık bir dalgadır ve tüm evreni dolduran bir aracı olmadan yayılamaz. Yani bizim somut ve boş olarak algıladığımız şey doğru bir algı değil. Tüm evren, eter denen bu aracının titreşimiyle dolu. Bu aracı olmasaydı heryer karanlık olurdu. Yani ışık, bu aracının bir salınımı. Parçacık da bir salınım, yalnızca dalga yayılıyor ve salınım devam ediyor. Elimi buradan buraya hareket ettirdiğimde, salınımı hareket ettirmiş oldum. Boşluk sürekli salınıyor. Biz tamamen boşuz, ama boşluk dolu. Yani yanıt, hepsinin ortak tarafı, hepsinin, tüm evreni dolduran bu aracının salınımları olması ve sanırım bu hem üçüncü, hem de dördüncü seviye için geçerli.

C: Şimdi, çekim ile ışık arasındaki ilişki nedir?

S: (RS) Bilmiyorum. Çalışmalarımın bu aşamasında bilmiyorum. Işık maddeye dönüştürülebilir ve bu yüzden çekim var. (L) Ama çekim ile ışık arasındaki ilişki ne olabilir?

C: Bilgi tabanına erişin ve birbirinize danışın.

S: (RS) Işık ile yerçekimi arasındaki tek bağlantı… foton ve anti-foton bir çift elektron ve pozitron üretiyor; parçacıklar ve anti-parçacıklar, ve o parçacıkların da çekimi var. Yani bu şekilde, elektromanyetik dalgalar… Foton madde yaratabilir… (L) Ve maddenin çekimi var… (RS) Ve maddenin çekimi var… dönüştürülebiliyor… (L) Ama nereden geliyor? (RS) İyi bir soru ama bilinmiyor. Bir vakumdan geliyor olabilir… (L) Ama bu nasıl oluyor? (RS) Laboratuardaki deneylerde, bir fotonu çekirdeğe fırlatıyorsun ve çekirdekten bir elektron ve bir pozitron çıkıyor, yani foton parçacıklara dönüşüyor. O parçacıkların çekimi var. Fotonun çekimi olup olmadığını bilmiyorum. Sanmıyorum, çünkü ışık hızında hareket ediyor. Zaman yok. Zaman askıda. (L) Işık hızında çekim olmadığı doğru mu? (RS) Çekim yok. (L) Belki o zaman, nasıl maddenin antitezi anti-maddeyse, ışık hızı da çekimin antitezidir? (RS) İyi bir yaklaşım. Çok iyi bir yaklaşım!

C: Yakın.

S: (J) Bu dengeyle mi ilgili?

C: Herşey öyle.

S: (L) Eğer ışık hızında çekim yoksa… (RS) Zaman yok… (L) O zaman çekim… (RS) İpucu… Ama eğer eksik olan ipucu… Üçüncü yoğunluktan dördüncü yoğunluğa geçişle ilgili eksik ipucunu mu tartışıyoruz?

C: Evet.

S: (RS) O zaman bu doğru. Yani eğer ışık hızında gidersen, dördüncü yoğunluktasın.

C: Peki, üçüncü yoğunluk ve dördüncü yoğunluk maddesinin parçalanmadan ışık hızına erişmesini sağlayan eksik faktör nedir? Düşün…

S: (RS) Bu nükleer fiziğin temel konusu… Madde ışık hızına bozulmadan erişemez… (J) Anti-çekim? (RS) Anti-çekimle bile… Şu andaki bilgilerimizle, madde bunu yapamaz. (L) Pekala, eğer bir madde ışık hızına doğru giderek hızlanıyorsa, hızlandıkça bütünlüğünü kaybediyor. Peki ya bir noktada giderek daha fazla anti-madde eklersen… (RS) Bu süreci tersine çevirir… Bir elektron ve bir pozitron al ve birini diğerinin içine sok ve fotonu yeniden yarat. Ama madde ışık hızına erişemez. Eğer erişirse zaman durur… boyut yok… (L) Belki bilinçtir?

C: Madde ile bilinç arasındaki eksik bağlantı nedir?

S: (RS) Ah! (L) Eğer bunları biliyor olsaydık burada olmazdık! [Gülüşme] (RS) Bunun bir alan olması gerekiyor. (J) EM mi? (RS) Hayır, biyoenerjik bir alan. (L) Peki ya bilinç çekim yaratıyorsa? (RS) Çekimi madde yaratıyor. (L) Ama madde bilinç tarafından yaratılmıyor mu? Gözlemlediğimizde dalgayı çökertmiyor muyuz? (RS) Evet, zihin madde yaratabilir…

C: “Graviton” diye birşey yok.

S: (RS) Evet, graviton mevcut değil. Einstein’ın teorisinde varlar ama buna hiçbir zaman inanmam… Bilincimiz çekim yaratıyor mu?

C: Yaklaşıyorsunuz. “Bizim” değil.

S: (L) Başka birinin bilinci mi çekim yaratıyor? (RS) Dördüncü seviye.

C: Yedinci Seviye.

S: (RS) Aa evet! Anlayabiliyorum! Son seviye. Eşit miktarda madde ve anti-maddeden oluşan evren, gerçekten açık mı? Yani, evrende bir yerde sürekli madde mi üretiliyor? Madde ve anti-madde?

C: Daha iyi bir ifade şu olabilir: Geri dönüşüm.

S: (RS) Dünyanın merkezinde de aynı geri dönüşümün gerçekleştiği doğru mu? Dünyanın genişlediği şeklinde bir teori var. Bunu bir konferansta duymuştum. Dünyanın çapı büyüyor çünkü dünyanın merkezinde bir madde yaratımı var. Bu doğru mu?

C: Yanlış, ama birleşik boyutlulukta tüm kavramlar geçerli.

S: (RS) Benim en büyük sorunum yeni bilgi değil, politikaydı. Özellikle Einstein’la ilişkili politika. Solucanlar kutusu daha önce söylenmiş miydi? Bana bu konuda ne söyleyebilirsiniz? Einstein’ın ötesine geçer geçmez her tür sorun başlıyor. Günümüz toplumundaki politik sorunlar. Bu hususta söyleyebileceğiniz herhangi birşey var mı?

C: Politik sorunların kökeninde, medeniyeti kontrol altına almak amacıyla, zaten sınırlı koşullarda elde edilen bilgiyi kontrol altında tutma çabası var.

S: (RS) Bu şimdiye kadar duyduğum en iyi cevap. Çok, çok iyi. (T) Dışarıda puromu içerek dolaşırken, Roger’ın bu gece burada olmasının nedenlerinden birinin bunu deneyimlemek olduğunu düşündüm, ama aynı zamanda daha önce ona verdiğimiz şeyleri bizzat görmesi. Bunları biz uydurmuyoruz. Başka bir yerden geliyor. Bu bilgilerin ardında bir gerçeklik var. Roger Avrupa’ya gidiyor. Aynı şeyler üzerinde çalışan iş arkadaşların var. Kasyopyalılar senin bu sınırı geçmenin eşiğinde olduğunu söylediler. Bunun yapılabileceğini, bildiğimiz birkaç olayda felaketimsi sonuçlarla ve muhtemelen bilmediğimiz çeşitli olaylarda ise bilmediğimiz sonuçlarla bunun yapıldığını söylediler. Varmaya çalıştığım nokta şu: burada olmanın ve bunları görmenin nedenlerinden biri bu bilgileri almak çünkü bilimadamlarının o sınırı aştıklarında ne yapmakta olduklarını bilmeye ihtiyaçları var. Çünkü eğer bunu anlamazlarsa, bu tür felaketsi olaylarda da artış olacaktır… Yoğunluklar arasındaki sınırın yapay olarak aşılması olayları artıyor mu?

C: Evet.

S: (T) Bu sürecin, yaklaşan bu yoğunluk değişiminin ne kadar süreceğini sormamızın nedenlerinden biri de buydu. Bize yanıt olarak “bir ay ile 18 yıl arasında” dediler. Biz de, bu geçiş noktasının tam olarak ne zaman geleceğini bilmiyor olabileceklerini düşündük. Belki de söyledikleri şey, insanların bilmeden bu sınırı aşmalarıyla da ilgili olabilir. Birileri bilgilerini arttırmaya ve istedikleri birşeylere ulaşmaya çalışıyorlar, ama tüm bunların anlamını bilmiyorlar.

C: Evet.

[Carla ve Roger’ı uğurluyoruz.]

(L) Bize verilen üç çift birbirinin zıddı gibi görünüyor: Işık ve çekim, optik ve atomik parçalar, madde ve anti-madde… (J) Herşey dengeyle ilgili. Çekim ile ışık arasındaki ilişki nedir? Üçüncü ve dördüncü yoğunluk maddesinin bozulmadan ışık hızına erişmesini sağlayan eksik bağlantı nedir? (L) Eksik bağlantı? Sanırım ilişki ortada. Işığı yavaşlatan, fotonların ortaya çıkmasını sağlayan, bir anlamda dalgayı çökerterek maddeyi yaratan şey nedir? (J) Üçüncü yoğunluğun bozulmadan ışık hızına erişmesini sağlayan faktörle aynı olabilir. (L) İlişki ortada. “Bilinç” dediğimizde yaklaştığımızı ama bunun bizim bilincimiz değil, yedinci seviyenin bilinci olduğunu söylediler. (J) “Yaratımın” bir geri dönüşüm olduğunu söylediler. (L) Hala orada mısınız?

C: Her zaman olduğu gibi Laura. Öğle yemeğine falan çıktığımızı mı düşünüyorsun? [Gülüşme] Burada olup olmadığımızı sorup duruyorsun?!?

S: (T) Roger’la konuşmaktan hoşlandınız mı ve tekrar konuşmak ister misiniz?

C: Evet. Konuşacağız.

S: (L) Işık ve çekim, optik ve atomik parçalar, madde ve anti-maddeden bahsederken ve tüm bunların hepsinin bu geçişi açıklamanın yolları olduğunu söylerken doğruya yakın mıyım? Böyle üç ilişki çifti mi var?

C: Yakın.

S: (L) Dalga işlevini çökerten şey nedir? Bilinç mi?

C: Evet…

S: (L) Fazlası var. Bu bilinç… (T) Bir üçüncü yoğunluk kavramından, şu anki fizikselliğin mevcut olmadığı bir dördüncü yoğunluk kavramı elde etmeye çalışıyoruz. Dördüncü yoğunlukta bozulmadan ışık hızıyla gitmek gibi bir sorunları yok çünkü orada böyle birşey yok…

C: Yakın.

S: (T) Yani bizim için bunu üçüncü yoğunluk açısından düşünmeye çalışmak…

C: Anahtar: fizikselliğin değişkenliği.

S: (L) Fizikselliği değişken yapan şey nedir?

C: Bilinç ile madde arasındaki bağlantının farkındalığı.

S: (L) Bilinç ile madde arasındaki bağlantı nedir?

C: İlüzyon.

S: (L) Bu ilüzyonun özelliği nedir? (T) Bilinç ile madde arasında herhangi bir bağlantı olmadığı. Bu bağlantının mevcudiyeti ilüzyon. Üçüncü yoğunluğun sınırlı algısı…

C: Hayır. İlüzyon, bağlantının olmaması.

S: (L) Yani buradaki ilüzyon, bilinç ile madde arasında bir bağlantının olmadığının düşünülmesi.

C: Evet.

S: (T) İlüzyon, bağlantının olmadığının düşünülmesi. Üçüncü yoğunlukta… (L) Buldum! (T) Sakın bir anda yok olayım deme! [Gülüşme] (L) Aradığımız bağlantı, bilincin madde oluşu.

C: Yakın. Peki ya aynı zamanda tam tersine ne dersin?

S: (L) Ve aynı zamanda herşeyin tersi. Işık ile çekim, optik ile atomik parçalar, madde ile antimadde… Bir sonraki seviyeyi anlamak için herşeyi ters çevir… Bu kadar kolay olamaz. (J) Bir saniye, çekim eşittir ışık, atomik parçacıklar eşittir optik, anti-madde eşittir madde mi? Hepsi dengeyle ilgili. (L) Ve sonuç her zaman sıfır.

C: Ve sıfır da sonsuzluk.

S: (L) Yani diyorsunuz ki, buradaki ilüzyon, arada ayrım olduğunun sanılması. Arada fark yok, aynılar, öyle mi?

C: Evet.

S: (T) Mekan/zamanda sıçramalar yoluyla gideceğin yere hemen varabilirsin. (L) Veya bunu tersine çevirecek olursak anlayabiliriz ki, bizimle örneğin Alfa Sentauri arasında hiçbir mesafe yok. Mesafe ilüzyonunu yaratan şey, algının sapması.

C: Şimdi tüm ihtiyacınız olan şey “teknoloji.”

S: (T) Teknoloji şu anda geliştiriliyor. (J) Teknoloji muhtemelen zaten geliştiriliyordu. Sadece gizleniyor.

C: Evet.

S: (L) Santilli’yle olan bu etkileşimimizin önemli sonuçları olacağına dair garip bir his duyuyorum.

C: Evet.

S: (L) Bir ipucu?

C: Verebiliriz, ama daha sonra.

S: (T) Bunlar önemli sonuçlar mı?

C: Evet.

S: (L) Bu akşam için söylemek istediğiniz herhangi başka birşey var mı?

C: Hayır.

S: (L) O halde teşekkür ediyoruz ve iyi geceler diyoruz.

C: İyi geceler.

Benim açımdan bu celseyle ilgili en önemli şeylerden biri, Kasyopyalıların yardımıyla dünyamızın en büyük gizemlerinden bazılarını çözmenin mümkün olabileceğiydi.

Evet, benzer nitelikte pek çok kaynak bunu yaptığını iddia etti (en azından felsefi anlamda) ama bu celsede doğru soruları düşünüp sorabilecek, bunları sadece “inananların” değil, tüm insanlığın koşullarının iyileştirilmesi amacıyla somut, teknolojik uygulamalara dönüştürebilecek gerçek, canlı bir fizikçi katılmıştı.

Bu toplantının Kasyopyalıların benim bilinçaltımın ürünü olduğunu kanıtlayabileceği, yani Kasyopyalıların testi geçemeyeceği düşüncesi göğsümde yoğun bir ağırlık yapıyordu celsenin başında ama Kasyopyalıların Prof. Santilli’yle fizik hakkında konuşmakta hiçbir problem yaşamamaları beni çok etkiledi. Elbette aslında verdikleri şeyler sadece ipuçlarıydı ama bunu yapabilmeleri benim için çok şaşırtıcıydı. Bu sonsuz bir olasılıklar penceresi açıyordu.

Bu hususlar dışında, şahsen bende meydana gelen etki çok vurguluydu. Celsenin bitmesine, ardından yatağıma gitmeme rağmen hala kanallama yapıyordum. Kafam kelimelerle ifade edilemeyecek derinlikte fikirlerle ve imgelerle doluydu ve projeyi sürdürmek için sabırsızlanıyordum.

Bu celsenin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini görmek için Prof. Santilli’nin Avrupa’dan dönmesini bekledik. Ama döndüğünde Kasyopyalılara karşı farklı bir tutum gösterdi ve anlaşıldı ki artık böyle “acayip” bir deneyle ilişkilenmek istemiyordu. MUFON grubunda da aynı deneyimi yaşamıştık. Bize başta çok derin bir ilgi göstermelerine rağmen, daha sonra orada bize tanıdıkları program süresi bir saatten on beş dakikaya indi.

Garip birşey oluyordu. Artık bu tür çevrelerden yardım beklentimizi kestik. Fizikle daha yakından ilgilenme ümitlerimi kitaplara bağladım ve bu konuyu tekrar ele alana kadar bir yıldan fazla zaman geçti.

Yine de, “Dalga” etkisi anlamında, ince biçimlerde de olsa durumumuzda bir değişiklik olmuş gibi görünüyordu. Zihinlerimizde yeni kapılar açılmıştı ve Sonsuzluk Rüzgarları küçük gemimizi bilinmeyen bir hedefe doğru sürüklüyordu.

 

1 Bu olay, Tom French’in bu kitabın başında alıntıladığım makalesinde anlattığı olaydır.

 

2 Urantia Kitabı Kardeşliği’ne göre Urantia Kitabı 1928 ile 1935 arasında insanüstü şahıslar tarafından tebliğ edilen 196 “makalelik” bir antolojidir. Bu makalelerin tebliğ edildiği şahıslar artık hayatta değildir. Bu makalelerin yazılış yöntemi özgündür ve yaşayan hiç kimse tarafından bilinmemektedir.

 

3 Bunlar High Strangeness kitabımda ayrıntılı olarak tartışılmaktadır.

Posted in Dalga