FOTCM Logo
Cassiopaea Türkçe
  • EN
  • FR
  • DE
  • RU
  • TR
  • ES
  • ES

Dalga 5. Bölüm: Dikey Gerçeklikler, Dört Boyutlu Küpler ve Diğer Tuhaf Olgular…

1995’te MUFON’da yapılan “demo” celse ile aynı yılın Mayıs ayında gerçekleşen Dr. Santilli’nin ziyareti arasında Kasyopyalıların bize sunduğu bir diğer ilginç kavram da Dalga ile ilişkili görünüyordu. Kronolojik bir sırayla ele almadım çünkü MUFON’la iletişimlerimizden kaynaklanan bir seri olaydan dolayı başka tarafa çekilebileceğini hissettim ama geriye dönüp bakıldığında sadece görünüşte öyle olsa bile, bir şekilde bu kavram olayları birbirine bağlıyor. Bu celsede yine, olağandışı bir şekilde, Kasyopyalılar bizi adım adım kavramamızı istedikleri bir fikre götüren bir konuyu gündeme getirdiler ve bu kez Terry katalizördü. Sanıyorum ki siz okuyucular için hiçbir ön yorumda bulunmadan olup biteni okumanız ve yorumu en sona saklamanız en iyisi. Birkaç kelime grubunu italik olarak işaretledim ki aklınızda tutabilesiniz.

29 Nisan 1995

S: (L) Bu gece biraz geç başladık …
C: T, 1964 Ekim’i miydi?

S: (L) Bu soru neyle ilgili?
C: T’ ye sor! Göl, sarı ve kahverengi tuğlalı evler, serin bir gün, çitler, büyük kobalt renkli silindir, titreşiyor…

S: (T) 14 yaşındaydım sanırım. Birinci sınıftaydım… Babamın kuzeninin Kuka gölü kenarında bir yeri vardı ve orayı hep ziyaret ederdik. Çitler mi? Hatırlamıyorum. Aklıma birşey gelmiyor.
C: Viktorya stili evler görüyoruz, yeşil çatı… tarla… kahverengi tuğlalı evler…

S: (T) Ekim mi demiştiniz?
C: Biz sana sorduk.

S: (T) Koyu mavi… (J) Kobalt mavisi. (T) Koyu mavi, siyaha yakın mı? (J) Kobalt parlak bir mavi.
C: Kobalt, metalik lacivert

S: (T) Kardeşim evde değildi….Neden bahsettiğinizi anladım! Evet birşey görmüştüm. Ekim 1964 müydü bilmiyorum ama birşey gördüğümü hatırlıyorum!
C: Tamam, şimdi bir şeylere yaklaşıyoruz… O gün sana ne oldu sence?

S: (T) O şeyi görmemden başka birşey olduğunu hatırlamıyorum; uçarak evin üzerine geldi ve sonra başka yere gitti. Başka birşeyin olduğunu hatırlamıyorum. Dışarı çıktım ve onun uçarak gelişini ve sonra da gidişini izledim.
C: Etraf nasıl görünüyordu?

S: (T) Normal görünüyordu. Herhangi bir farklılık hatırlamıyorum…
C: Tarif et.

S: (T) Rochester şehir sınırında ellili yıllara özgü bir yapılaşma vardı. Caddenin karşısında bir tarla ve okul bahçesi vardı. Okul bahçesi çitlerle çevriliydi. Büyük, iki katlı kahverengi tuğlalı okul binası. Kahverengi veya kırmızı tuğlalı… İlkokula orada gitmiştim. Sarı tuğlalı bina hatırlamıyorum, ama bizim evimiz o zaman yeşildi ve çatı kenarları süslüydü. (L) Viktorya stili. (T) Üçgen stilli çatı değildi ama öyle görünüyordu. Evlerin çoğunun ön kapılarının üzerinde küçük üçgen çatıcıklar vardı. Kapılar öne doğru çıkıntılıydı ve küçük bir yükseltisi vardı. (J) Evet küçük bir veranda gibi. (TR) Sen o eve gelmiştin, oraların görünüşünü hatırlıyor musun? (J) Evet. (T) Okul bahçesinin öbür tarafında bir stadyum vardı. Aquinas futbol stadyumu. Birkaç tarla hatırlıyorum ve şehir sınırında kalan son ormanlık alanlardan biri vardı. Beş blok doğuda birkaç tane tren yolu vardı. Rochester, Ontario gölüne karşıydı. On kilometre mesafedeydik ve oraya bisikletle gidip gelirdim. O cismin havadan tarla üzerinden gelişini izledim. Annemi hatırlıyorum. Kardeşim orada mıydı hatırlamıyorum ama annemi ve komşuyu hatırlıyorum. Komşu kadın evin önünde annemle konuşuyordu ve bana seslendiler. Ben evde televizyon seyrediyordum. Ama Ekim ayı olduğundan emin değilim çünkü hava halen ılık ve güneşliydi. Cisim, stadyum tarafından, tarla üzerinden, yüksekten geldi bize doğru alçaldı. Doğrudan üzerimize geldiğini düşündüm. Biz ona baktıktan sonra bize doğru gelmeye başladı.
C: Size doğru geliyordu.

S: (T) Evet. Ben dışarı çıkıp ona baktığımda bize doğru yön değiştirdi sanırım…
C: Hedef sendin.

S: (T) Hedef ben miydim? O zaman kaçırıldığımı sanmıyorum.
C: Öyle mi?

S: (T) Orada duran insanlar vardı… (L) Fark etmez.
C: Kaçırılma sırasında zaman “donar.”

S: (T) Cismin hareketi, düşen bir yaprağın hareketi gibiydi ve bunu çok garip bulmuştum. Evin kenarına kadar geldi. Daha sonraki bir tarihte de evin bodrumundayken benzer birşey yaşamıştım. Cisim, sanırım ben orada uyumak üzereyken yaklaşmıştı.
C: Titreşiyordu.

S: (T) Kesinlikle metalik görünüyordu ve keşke metal bilye atan tabancılardan bir tane olsaydı diye düşünmüştüm; onu vurabilirdim. Havada 15 metre mesafeden uzak değildi. Sanırım 3-5 metre uzunluğundaydı. İnce ve uzundu. … Bana metalik göründü. Mükemmel bir pürüzsüzlüğü vardı. (L) Buradan neye varıyoruz? Belli ki bunu özellikle anlattılar. …
C: Dönüm noktası.

S: (L) T’nin hayatında önemli bir dönüm noktası mıydı?
C: Ve şimdi… bağlantı tamamlandı.

S: (T) Anlamıyorum…
C: Son zamanlarda gördüğün rüyalarını hatırla.

S: (T) Son rüyalarım… Rüyamda bir binaya giriyordum ve dışarı doğru uzanan elektrik kablosu gibi birşey vardı… bir tür bağlantı… Hatırlamıyorum… Sadece çok canlıydılar. O olayla bağlantılı olarak yakın zamanda bana birşey mi oldu?
C: Evet.

S: (T) Burada yaptığımız şeyle bir ilgisi olmalı, ama tamamlanan bağlantı derken bunu mu kastediyorlar?
C: Pek sayılmaz.

S: (T) Tamamlandığını söylediğiniz bağlantı tamamen başka birşeyle mi ilgili?
C: İlişkili.

S: (T) İşimle herhangi bir ilgisi var mı?
C: Kısmen.

S: (T) Bunun, iş yerinde insanlara belirli şeyler anlatmamla, bugünlerde olan olaylardan bahsetmemle ve onların bu şeyler hakkındaki bilinç seviyelerini yükseltmeye çalışmamla bir ilgisi var mı?
C: Evet, şimdi, çok önemli birşeyleri “çıkarmak” için, hatırlattığımız olaydan hemen sonraki yıllar içindeki arkadaşlarını, ilişkilerini ve deneyimlerini inceleyelim!!!

S: (T) O olayın 1974 değil de 1964’de olduğundan emin misiniz?
C: Sen daha iyi biliyorsun T!

S: (T) Sormamın nedeni, o yıl kış ayında pencerenin dışından gelen seslerle ilgili olay ve o gece yaşadığım tüm o garipliklerin aklıma gelmesi… ve 70’lerde bir yerde meydana gelen başka bir olay vardı. Arizona’ya doğru yola çıkmaya hazırlanıyordum ve hem arabayla hem de başka şeylerle ilgili bir sürü gariplik yaşadım. (L) Bahsettiğiniz şey bununla mı ilgili? Arizona yolculuğu, sesler falan?
C: Oo, çoook şey var, değil mi T? Ortaya çıkarma zamanı.

S: (T) Liseden sonra… Ama o günlerde Edison’da tanıştığım insanlarla takılıyordum. Tom __ Tom adında bir sürü kişi vardı. Eskiden göle gider ve geceleri tepeler arasında arabayla uzun uzun dolaşırdık. Benzinimiz bitmişti. Rahat hissediyordum çünkü bir sürü şey yapmıştım ama tanıdıklarımın çoğu birbiriyle anlaşamıyordu. Bugün hala yapıyorum ama zor tecrübelerden öğrendiğim şey arkadaşlarımı birbirleriyle tanıştırmamak. Gruplar farklı olabilir ama hepsi aynı yapıya sahip ve ben hep her bir farklı grupta işte benim adamım dediklerinden oldum. Takıldığım gruplarda benim gibi olan hiç kimse yoktu. Birkaç grupta o kişi olan bendim. Ehliyetimi almamla ve arabayla kırsal alanlara pek çok gezinti yapmamızla ilgisi var mı? Göl bölgesinde arabayla çok dolaşırdık.
C: Kısmen.

S:Geceleri tepelerde araba sürerdik… (L) Bu gezilerden birinde bir şey mi oldu?

C: Belki…

S: (T) Bir gece rastladığım ve bir daha hiç bulamadığım o garip kasabayla ilgisi var mı? Konu bir şekilde bununla mı ilişkili?
C: Evet.

S: (T) Gördüğüm en garip kasabaydı. … David Lynch’ınkiler yanında sıfır kalır! Bir gece güneybatı New York civarında arabayla dolaşıyordum. Liseyi bitirmiştim. Çok içerdim, o yüzden anlattığım olayların kesinliğini bilmiyorum. Bir gece Güney Tier’de, Fingerlakes bölgesinde bir kasabaya gittim. Yaşadığım en garip şeylerden biriydi. Bir sürü kasabaya gitmişliğim vardı; etrafta bir sürü insan, birşeyler olur. En azından çevrede biri olur. Saat dokuz veya ondu ve bu kasabaya girdim. İki şeritli ana cadde iki katlı binalarla doluydu ve dar bir kaldırımı vardı. Bir kanyonda gider gibiydi. Sokak lambaları vardı ama sokağa fazla ışık vermeyen küçük yeşilimsi lambalardı. Ortalıkta tek bir kişi bile yoktu. Binaların hiç birinde kimse yoktu. Binalar tahtalarla çevrilip kapatılmıştı. Bir kasabaydı ama aynı zamanda hiç benzemiyordu. Yaklaşık dört blok gittim ve geri dönüp çıktım ve etrafından dolaşıp tekrar girdim ve buna inanamadım. Kasaba orada değildi. Onu tekrar bulamadım. Adını da bilmiyordum.
C: Keşfet.

S: (S) Alacakaranlık Kuşağı Kasabası herhalde… (T) Bu kasaba…
C: Evet.

S: (L) Başka bir realiteye girdin. (T) Aslında gördüğüm şey gerçek bir kasaba değildi, öyle mi?
C: Aynen öyle.

S: (T) Çok sinirlenmiştim. Etrafından dönüp ikinci kez girmemin nedeni de kasabanın bana çok tuhaf gelmesiydi. (S) Tek başına mıydın? (T) Evet, yalnızdım. Orada benden başka kimse yoktu. Sokak lambalarından biri bana 1920’leri hatırlattı. Resmen hayalet bir kasabaydı. (L) Bu olayda T’ ye ve bize anlatmak istediğiniz şey nedir? Yenilerde olan ve bağlantılı dediğiniz olay T’ ye mi özel ve sadece onun hayatında mı oldu?
C: Evet.

S: (T) Kurduğum ilişkilerin hepsi, kendi başlarına düşünebilen, olayları anlayabilen, çoğu insanın anlayamadığı çok farklı deneyimler yaşayan kişilerle olmuştur. Mutlaka kaçırılma deneyimleriyle ilgisi olması gerekmiyor, hayat deneyimleri olarak da.
C: Evet, ama bu daha önemli birşeyin işareti.

S: (T) Bu farklı türdeki insanlarla arkadaşlık kurabilmiş olmamla mı ilgili?

C: Hepsi aynı “düzlemden” geliyorlar.

S: (L) Yani kendisi gibi insanlarla mı ilişki kurdu? Ve hepsi aslında aynı düzlemden, yani başka bir yerden mi geliyorlar?
C: Yakın.

S: (L) Peki o gemi, T’nin şimdiye kadar ilişki kurduğu o insanlarla olan etkileşimleriyle yakından ilgili miydi?
C: Evet, ama asıl önemli olan bu değil.

S: (T) Ortak bir deneyimi mi paylaşıyoruz?
C: Yakın.

S: (T) Hepsinin kökeni aynı mı?
C: Evet.

S: (L) Bu köken nedir?
C: Neormm.

S: (L) Neormm mu?
C: Sizin dilinizdeki en yakın karşılığı.

S: (L) Bu bir yer mi?
C: Evet.

S: (L) Nerede?
C: Yıldız rehberlerini kontrol edin.

S: (T) Bu bir yıldız mı? Uzunvadeli ilişki kurduğum özel bazı insanlarla başka bir yıldızdan mı geliyoruz?
C: Dikey gerçeklikte.

S: (L) Pekala! Şimdi neredeyiz? T’ nin dikey bir gerçeklikten geldiğini ve bunun hayatı boyunca kendini çeşitli şekillerde gösterdiğini ve şu dönemde yaşadıklarının da bununla ilgili olduğunu keşfettik, doğru mu?
C: Evet.

S: (T) Dikey gerçeklik nedir?

C: Kesişme boyut sınırı geçişinde.

S: (L) Diğer bir deyişle boyut sınırıyla kesişen bir gerçeklikten geldiği için zihnen onunla bağlantı halinde, öyle mi?
C: Hayır. Birleşiyor.

S: (L) Tamam, yani T dünyadışı dikey bir gerçeklikten gelen kısmen dünyadışı biri ve bu onun, aynı gerçeklikten gelen kişilerle etkileşmesine neden oluyor. Ne olmuş? [Gülüşme] (S) Yapacak bir iş! (J) Hobi.
C: 3’üncü yoğunluk düşünüyorsunuz, bir bilgi “tazeleme” dersine ihtiyacınız var!

S: (T) Kasyopya Bilgi Takviye Kursu. (L) Sadece herşeyin neyle ilgili olduğunu anlamaya çalışıyorum. Tüm bunlar nereye varıyor?
C: O halde size aktardıklarımızdan ve aynı zamanda kendi içinde “kilitli” durandan öğren. Yani, anahtarı bulma zamanı!

S: (L) Bence gezegendeki herkes şu anda bunu yapıyor. Her zaman, alternatif bir gerçekliği paylaştıkları insanlarla ilişkiler oluşturan farklı gruplar var. (J) Yani birbirimize mi çekiliyoruz? (F) Doğru. Bana anlamlı geldi. (L) Peki o zaman biz hangi alternatif gerçekliği paylaşıyoruz? Yoksa aynı alternatif gerçeklikten gelmiyoruz da, her birimiz farklı bir alternatif gerçekliğin temsilcileri ve bağlantı noktası mıyız?
C: Son kavram aynen doğru!

S: (T) Biz grubumuzda birbirimizde ortak olan mıyız?
C: Güç arttırmakla ilgili olarak ne söyledik?

S: (L) Anahtarlar konusu… Bu kavramdan bahsedildiğini duydum, hakkında yazdım ve konuştum da ve belirli insanlar, veya belki herkes, kendi içlerinde kilitli olarak veya bireysel elektromanyetik alanları içinde enerji paketlerine veya bilgilere sahip…ve bu şekilde gruplar oluşturmak…
C: Yapbozun parçalarının bir araya getirilmesi gibi.

S: (L) Biz bir yapbozun parçaları mıyız?
C: Bir parça kağıda dikey bir kesişim çiz.

S: [Bir kağıda bunu çizdik] (L) Böyle mi?
C: Hayır, ters bir “T” harfi gibi yap.

S: [T tekrar deniyor] (L) Neden tablada kendiniz çizmiyorsunuz? [Kalemi planşete iliştirerek kağıdın üzerine koyuyor] Evet arkadaşlar, çizin! [Planşet şekli çiziyor. Şekil bir dış daire içinde iç daire ve yedi tekerlek parmağıyla bağlanmış, at arabası tekerleği gibi.]
S: (J) Bu bir ekin çemberi mi?
C: Yapıldı, evet. Dikey gerçekliklerin birliğini temsil ediyor.

S: (L) T’nin geçtiği kasaba, bir dikey gerçeklik kasabası mıydı?
C: Yakın. Yedi çizgi gerekiyor.

S: (L) Yine 7 rakamı! Gruptaki her bir kişi bir çizgi mi?
C: Evet.

S: Bu kavramla ilgili öğrenebileceğimiz başka şeyler var mı?
C: Elbette!

S: (L) Yedi çizgi yerini bulduğunda, bu bizim gücümüzü/bilgimizi katlayarak artıracak mı?
C: Patlarcasına.

S: (T) Tamam, kağıt üzerinde yedi çizgili olarak şekli çizdik. Şimdi bu şekille ne yapacağız?
C: Açık. Herşey yerini bulacak, şimdi bunun önemi üzerinde düşünmeniz gerekiyor ve bizim de iyi geceler dememiz gerekiyor!

Geriye dönüp bu celseyi tekrar okuduğumda bana öyle geldi ki Kasyopyalıların bahsettiği “tamamlanmış bağlantı” T’nin küçük grubumuzu MUFON grubuyla biraraya getirmiş olması olabilirdi. Bu da ikinci MUFON grubuyla bir “demo” celsesi ve ardından “Santilli” celsesiyle sonuçlandı ki o günlerde göremediğimiz önemli yankılar buldu. Ne var ki, aslına bakılırsa bu celsedeki ipuçları daha derin bir analizi hakediyor, özellikle Kasyopyalılar tarafından “Neormm” olarak adlandırılan tuhaf yıldızsal konum. Bu celse hala benim için bir bulmaca ve bu konuda herhangi bir bilgisi olan varsa onu dinlemeyi çok isterim.

Dikey gerçeklikler konusuna tekrardan biraz daha ileriki bir zamanda geldik ve konu ilginç yönlere gitmeye başladı.

17 Haziran 1995

S: (T) Birkaç celse önce “Dikey Gerçeklikler”i tartışırken, yaşadığım birşeyden bahsettiniz ve dönüp hayatıma bakmam ve diğer insanlarla olan ilişkilerimi belirli bir perspektiften incelemem gerektiğini söylediniz ve bunun bir dikey gerçeklik olduğunu söylediniz. Dikey gerçeklik nedir?
C: Dikey gerçeklik tamamen değil ama temel olarak, bir kişinin hayat rotasını, ve bu hayat rotasının benzer bir hayat rotasına sahip kişilerinkiyle bir çember veya daire etrafında birleşmesini ifade eder. Ve ne kadar ilginç ki, eşzamanlılıkla ilgili bir önceki soruyla da çok yakından ilişkilidir. Daire içinde bir daire düşünün ve her bir kişi tarafından temsil edilen çizgilerin mükemmel bir dengede olduğunu düşünün. İşte dikey gerçekliğin en iyi temsili bu olurdu. Çünkü tam olarak tek bir kişinin deneyimiyle değil, bir grup bireyin daha büyük bir amaç doğrultusundaki deneyimiyle ilgilidir, eğer kastettiğimizi anladıysanız. Dikey gerçeklik derken kastettiğimiz şey bu. Gözünüzde tekrar iç içe olan ve eşit ölçüde dizilmiş boşluklara sahip bir daire içinde daireyi canlandırın. İşte dikey gerçeklik budur.

S: (T) Bize bu sembolü çizdirmiştiniz ve iki daire arasına yedi çizgi veya bölüm çizdirmiştiniz.
C: Doğru.

S: (T) Yedi optimal sayı mı?
C: Yedi her zaman optimal sayıdır. Yedi yoğunluk seviyesi vardır. Bu, gerçeğin tüm aşamalarına yansır.

S: (T) Bu süreçte etkileşim kurduğum, içinde bulunduğum dikey gerçeklikteki diğer bireyler de, benimle olan etkileşimleri bağlamında yapmaları gereken diğer şeyleri yapıyorlardı, öyle mi?
C: Doğru.

S: (T) Ayrıca, bu gruptaki her bir bireyin farklı bir dikey gerçeklikten geldiğini söylediniz.
C: Doğru.

S: (T) Bu, birbirimizin deneyimlerinden birşeyler öğrenmek amacıyla dikey gerçekliklerimizi birleştirmemiz anlamına mı geliyor?
C: Bu da doğru denebilir.

S: (L) İç dairenin bu gerçeklikle birleşme ve dış dairenin ve bağlantı noktalarının da, dikey gerçekliğin “Dalga”yla birleştiği yer olduğu söylenmişti. O cümlede ima edilen şey, bu kanalın oluşturulmasının, bu dalganın gelmesinde, bu değişimin meydana gelmesinde, bu boyut değişiminin, veya yoğunluk değişiminin gerçekleşmesinde kilit bir rol oynadığı mıydı ve bu, başka yerlerde de yapılan birşey mi?
C: Bir kerede altı soru sorduğunuz için sizi tebrik etmek istiyoruz.

S: (T) Bir soru daha ekleyelim ve tam bir dikey soru olsun!
C: Neşe!

S: (L) Bireysel olarak veya grup olarak Dalga ile bir şekilde bağlantı halinde miyiz?
C: Elbette. Herşey dalgayla bağlantı halindedir.

S: (L) Bu çemberi oluşturarak, bir şekilde dalgayı etkinleştiriyor muyuz?
C: Bu ilginç yorumunu tam olarak kavrayamadık, ama dalgayla etkileşimli bir ilişkiniz olduğu doğru. Daha önce de belirtildiği gibi dalganın, gerçekliğinizin bir parçası olması bakımından dalgayla etkileşimli bir ilişkiniz var, her zaman vardı ve her zaman da olacak. Ve bu elbette, büyük döngüdeki ilerleyişinizle ilgili. Dikey gerçeklik de, çekirdekten dışa bir ilerlemedir ve bu da, tüm gerçekliğin ve var olan herşeyin diğer bir yansımasıdır. Şimdi, daha önce belirtilen görsel temsile dönmek istiyoruz. Fark ettiyseniz, iç daire, yedi çizgi aracılığıyla dış daireyle birleşiyor. Şimdi bu dış daireyi sürekli genişleyen bir daire olarak ve yedi çizgiyi de sürekli uzayan birer çizgi olarak düşünün. Elbette dışa doğru genişleme de dairesel bir şekilde olacaktır. Şimdi lütfen dışa doğru genişleyen bir dış daire ve genişlemeyen bir iç daireyi canlandırın gözünüzde. Bunun üzerinde düşünün ve sonra da bunun neyi temsil ettiğiyle ilgili düşüncelerinizi söyleyin.

S: (L) Bu, bilgimizin ve bilincimizin sürekli olarak genişlemesini mi temsil ediyor?
C: Bu da sürecin bir parçası.

S: (L) Aynı zamanda ne veya kim olduğumuzun çevremiz üzerindeki artan etkisini mi temsil ediyor?
C: Doğru. Sürekli genişleyen dış daireyi ve genişlemeyen iç daireyi ve tabii yine aynı şekilde dışa doğru hareket eden yedi bölümü düşünün. Bu gözünüzde nasıl bir şekil canlandırıyor?

S: (L) Tekerlek mi?
C: Hepsi bu mu?

S: (T) Pasta?
C: Devam edin.

S: (L) Göz.
C: Şimdi onu bir küreye çevirmeye başlıyoruz! Neden küreye dönüşür?

S: (L) Küreye nasıl dönüşebilir?
C: Nasıl dönüşemez!

S: (SV) Basık değil, HER yöne ilerliyor…
C: Düz bir çizgi düz bir çizgi midir, yoksa bir…

S: (L) Yoksa daireden bahsetmiyor musunuz?
C: Daireden bahsediyoruz. Bir daireyi sürekli dışa genişletirseniz ne olur?

S: (J) Kaybolur.
C: Kayıp mı olur? Nasıl kaybolabilir? Nereye kaybolur? Sana soruyoruz J?

S: (J) Görsel olarak, dış daire genişledikçe iç daire giderek küçülür ve kaybolur. Dış daire büyüdükçe iç daire kaybolur.
C: Ama nereye kaybolur?

S: (J) Karadelik?
C: Karadelik. Bu bir olasılık. Ama küçük daire üzerinde bu kadar yoğunlaşmanızı istememiştik, öyle değil mi? Dış daire.

S: (T) Dış daire giderek daha fazla alan kaplamada kullanılıyor.
C: Peki hangi şekli almaya başlıyor? Dışa doğru genişleyen bu dış daireye bakmanızı istiyorum!

S: (J) Yedi çizginin daireyle aynı uzunlukta olduğunu mu varsaymamız gerekiyor?
C: Bunu kendin yanıtla.

S: (L) Pekala, buna bir düzlem olarak bakıyoruz. Düz bir yüzey.
C: Sürekli dışa doğru genişletirsen düz bir yüzeye ne olur?

S: (L) Bilmiyoruz. Bu… (SV) Sürekli gidiyor.
C: Sürekli gidiyor mu?

S: (L) Evet, daha büyük ve daha düz!
C: Öyle mi? Bir çizgiyi sürekli olarak uzatırsan ne olur?

S: (Laura ve S___) Sürekli uzar.
C: Öyle mi?

S: (L) Hı hı!
C: Nereye uzar?

S: (SV) Sonsuza kadar. (J) Kendine döner. (L) Bilmiyoruz.
C: Oo, biri “Kendine döner.” dedi. Peki biz bunu neden bilmiyoruz?

S: (L) Çünkü bilmiyoruz. Uzayın eğimli olduğu tahmini…
C: “Çünkü bilmiyoruz.” Peki neden bilmiyoruz?

S: (L) Çünkü oraya gitmedik.
C: Kolomb keşfi öncesinde İtalya ve İspanya’nın dışına çıkmış mıydı?

S: (L) Elbette Kolomb’un orada birşey olduğuyla ilgili bir fikri vardı ama oraya henüz gitmemişti, hayır. Ama gitti ve buldu.
C: Sadece bir fikri mi vardı?

S: (L) Evet, bence öyle.
C: Hmmm. Biz öyle hatırlamıyoruz. Bizim hatırladığımız kadarıyla, içgüdüsü ve hayalgücü vardı ve içgüdüsünü hayal gücüyle birleştirdiği zaman gerçeğe dönüştü. Gerçeğe dönüştüğü zaman, fiziksel üçüncü yoğunluk gerçeğinde ortaya çıkacağından tam emin olduğu bir gerçeklik yaratmıştı. Ama önemli olan kendine güveniyor olması değildi. Öyle olduğunu biliyordu. Denkleme şüphe eklemek için kendini durdurmadı. Ama sen “Ne olduğunu bilmiyoruz, çünkü oraya hiç gitmedik!” dediğinde yaptığın şey bu. Mantıklı düşün lütfen. Herşeyin büyük bir döngü olduğunu defalarca söyledik. Daireler içinde dairelerden bahsettik. Döngülerden bahsettik. Kısa dalga döngülerinden ve uzun dalga döngülerinden bahsettik. Şimdi, bizden istediğiniz ve bizim büyük bir mutlulukla verdiğimiz tüm bu bilgilerden sonra, düz bir çizginin sonsuza kadar düz bir çizgi olarak devam etmesini mi beklersin? Bunu nasıl yapabilir? Üçüncü yoğunluk dünyanızda, Doğu’ya veya Batı’ya ya da Kuzey veya Güney’e düz bir çizgi çizerseniz ne olur?..

S: (J) Kendine geri döner.
C: Doğru.

S: (L) Tamam, demek büyük bir kürede yaşıyoruz!
C: Öyle mi?

S: (L) Öyle anlaşılıyor. Yoksa büyük bir daire mi?
C: Ah ah ah. Daha fazla çalışma ve öğrenmeye ihtiyacın var canım. Daha fazla çalışman gerekiyor. Albert Einstein’ın bile ne olduğuyla ilgili bir teorisi vardı.

S: (L) Evet ama sadece bir teoriydi.
C: Hımm, o halde teoriyi bırakmak gerekiyor demek. Hiçbir zaman bilmeyeceğiz. Sadece bir teori. Unutalım gitsin.

S: (T) Ben hala daireyi genişletiyorum… (SV) Ben de.
C: Çok iyi, fikir buydu. Gidiyor, gidiyor ve gidiyor.

S: (L) Benimki de gidiyor, ama kendine dönmedi ve hiçbirşeyle karşılaşmadı. Anlatmaya çalıştığınız nokta nedir?
C: Bir nokta mı olması gerekiyor?

S: (L) Elbette!
C: Kim demiş? Öğrenmenize yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bu sürecin ne zaman sona ermesini bekliyorsunuz?

S: (J) Hiçbir zaman. (L) Tanrım, umarım hiçbir zaman.
C: Öyleyse hiçbir zaman bir nokta yok!

S: (J) Anlatmak istediğiniz noktayı anladık! (L) Nokta falan yok. [Gülüşme] Daireyi dışa doğru genişletirsen ve daire tüm yönlere doğru genişlerse, yedi çizgiyi de kendisiyle birlikte çeker ve kapsanan kesitlerdeki alan da sürekli artar ve sonra o daireyi çevirdiğimizde bir küre olur.
C: Aynen öyle. Ama Laura bunun büyük bir kürede yaşıyor olduğumuz anlamına geldiğini söylüyor. Ve belki de öyle.

S: (T) Büyük bir küre olmazdı, yalnızca daire içindeki büyük bir küre olurdu. Eğer daire genişlemeye devam ederse, dışa doğru gitmeye devam ederdi, giderek büyürdü, büyürdü, büyürdü… (L) Beni geriyorsun… (T) Ama sonsuza kadar gidiyor… Çünkü dışa doğru gitmede bir son yok.
C: Yok mu?

S: (SV) Yok.
C: O halde belki başlangıç da yoktur.

S: (T) Başlangıç da olmazdı, sadece büyük, açık bir boşluk. Sonsuz bir boşluk…
C: Eğer son yoksa, başlangıç yoksa, ne var?

S: (L) Nokta yok. (J) Burada ve şimdi.
C: Burada ve şimdi, yani aynı zamanda gelecek ve geçmiş. Geçmişteki herşey, şu andaki herşey ve gelecekteki herşey, hepsi birarada. Üçüncü yoğunluktaki insanlarınızın çok azının uzay yolculuğunu anlayabilmelerinin nedeni bu, çünkü üçüncü yoğunluğunuzda uzayda yolculuk yapmak, geceleyin rahat evinizde yatağınızda uzanmak kadar üçüncü yoğunluk bir eylem olsa da, zaman referansı ortadan kalkar. Anneniz gibi kendinize yakın tuttuğunuz birşey. Ve en büyük ilüzyonunuz. Size defalarca zamanın olmadığını söyledik ama elbette beyniniz bu kavramla o kadar yıkandı ki, ne yaparsanız yapın ondan kurtulamıyorsunuz, öyle değil mi? Uzayın derinliklerine gittiğinizi düşünün. Herşeyin tamamen bir olduğu gerçekle karşılaştığınızda kendinizi kaybederdiniz. Değil mi? Kendinizi uzay boşluğunda giderken düşünün!

S: (T) Daire genişlemeye devam ediyor mu? Daire genişlerken onu 180 derece çeviriyorsun ve küre oluyor. Küreyi kendi çevresinde döndürmek için kürenin dış kenarındaki bir noktayı alıyorsun ve bir simit oluyor ve sürekli genişleyen bir iç tüp. Onu çevirdiğin zaman daha da büyük bir iç tüp oluyor. Genişlemeye devam ediyor ve daha fazla alan kaplıyor…
C: Şimdi, yoğunlukları birleştirdiğiniz zaman, fiziksel gerçeklik ile eterik gerçekliği, veya diğer bir deyişle düşünce formu ile fizikselliği birleştirmiş oluyorsunuz. Bunları mükemmel bir şekilde birleştirebildiğinizde anlarsınız ki, bir başlangıç ve bir son olmamasının nedeni, bir başlangıç veya bir son düşünmeye ihtiyacınız olmamasıdır çünkü gelişiminizi tamamlamışsınızdır. Yedinci yoğunlukta Bir ile birlik olduğunuzda, bunu gerçekleştirmişsiniz demektir ve artık fiziksel ve eterik formlar arasında bir farklılık olması için hiçbir neden yoktur.

S: (SV) Bir soru sormak istiyorum: Eğer zaman yoksa, geçmiş ve gelecek de yok; geçmiş hayatlar ve gelecek hayatlar da yok; reenkarnasyon diye birşey de yok, o zaman nasıl siz biz olabiliyorsunuz?
C: Evet, reenkarnasyon var. Burada fazla hızlı bir şekilde sonuca atlıyorsun. Hiçbir zaman reenkarnasyonun olmadığını söylemedik.

S: (SV) Ama eğer zaman yoksa? (J) Bizim algımız öyle. (L) Herşey eşzamanlı olarak oluyor. Tüm bu hayatları aynı anda yaşıyoruz. (SV) Diğer tüm benliklerimizle bağlantı kurmamızın bir yolu var mı?
C: Şöyle söyleyelim: hafıza bankalarınızın bir kısmına erişeceğiz ve ilginç bir şekilde daha önce tanımladığımız dikey gerçeklikle çok yakından uyumlu olan başka bir referans vereceğiz. Bir slayt göstericisinin nasıl birşey olduğunu biliyorsunuz değil mi? Gerçeğin bu geniş nitelikli yapısına dair bir sezgi edinmenizi sağlamak için, kendinizi büyük bir slayt çarkı olan projektörle bir sunum izlerken düşünün. Bu süreçte herhangi bir noktada, belirli bir slaytı izliyor olursunuz. Fakat, diğer tüm slaytlar da çarktadır, değil mi? Ve elbette bu aynı zamanda, daireler içinde daireler ve daireler içinde dairelerin olduğu dikey gerçekliğe, ve aynı zamanda Büyük Döngü’ye ve aynı zamanda daha önce anlattığımız şeye de uymaktadır: Var olan herşey / tek şey derslerdir. Herşey bundan ibarettir ve slayt sunumunu izlerken, derslerinizden keyif almanızı istiyoruz…

S: (J) Bu benzetmeye göre, slayttan geçerek ekrana giden ışık bizim algımız oluyor.
C: Ve, eğer projektörün slayt çarkına geri bakacak olursanız, tüm yaratımın esasını ve özünü, yani Bir ile birlik olduğunuz yedinci seviyeyi görürsünüz.

Farklı bir konuya geçelim. Ouspensky’nin Tertium Organum’undan alındığı kadarıyla dördüncü boyut zamanını benim nasıl ele aldığıma bakalım.

Uzayın sonsuz olduğunu söylüyoruz—hem alan hem de yön olarak sınırsız olduğunu. ( Uzayda dışsal bir sınır olduğunu varsayanlar olabilir ama o sınırın dışında olmakla ilgili öne sürdükleri şey sınırsızlığınkinden çok daha büyük bir zorluk.) Uzay, algıladığımız kadarıyla, sadece üç boyuta sahiptir; uzunluk, genişlik ve yükseklik. Bu durumu üç bağımsız yön olarak tanımlıyoruz—yani, her bir ölçüm aynı anda diğerlerine doğru açılarda duruyor.

Ama bu bir çelişkidir çünkü eğer uzay sonsuz ise sonsuz sayıda dikey çizgiye sahiptir ve bu çizgiler birbirine paralel değildir.

O halde sonsuzluk aptalca bir düşünce değil mi ya da uzayın illa bir sınırı mı olması gerekiyor? Eğer bir sınırı varsa bizim uzayımız hangi uzayda varolur? Ama eğer uzay sonsuz sayıda birbirine dikey çizgiden oluşuyorsa, neden üç tanesini algılayabildiğimizi sormalıyız. Eğer biz sadece üç boyutu algılayabilen bir zihin durumuna sahipsek, bu uzayın özelliklerinin taşıdığımız bazı özellikler tarafından yaratıldığı—ya da farklılaştırıldığı anlamına geliyor olmalı. O ya da bu sebeple, bütünü görmeye kadir değiliz.”

Ouspensky, 1908’de yazdığı “4. Boyut” isimli makalesinde şöyle diyor:

Dört boyut varlıkları olduğumuz ve sadece tek tarafımızla; örneğin varlığımızın sadece küçük bir kısmıyla, üçüncü boyuta döndürülmüş durumda olduğumuzu söylemek için çok iyi bir nedenimiz olabilir. Sadece bu kısmımız üç boyutlu olarak yaşıyor ve bedenimizin sadece bu kısmının bilincindeyiz. Varlığımızın daha büyük bir kısmı dördüncü boyutta yaşıyor ama bu daha büyük olan kısmın farkında değiliz. Ya da şöyle demek daha doğru; dört boyutlu bir dünyada yaşıyoruz ama sadece üç boyutlu dünyada kendimizin bilincindeyiz.”

Doğrusu şu ki, Ouspensky bu düşüncelerinde bir İngiliz matematikçi olan Charles Howard Hinton’dan fazlasıyla etkilenmiştir ama Hinton “dördüncü boyut” ile ilgili herhangi bir fikir sahibi olmadan çok önce Riemann vardı. Michio Kaku Hiperuzay: Paralel Evrenlerde Bilimsel bir Yolculuk, Zaman Eğrileri ve 10. Boyut isimli kitabında bu hikayeyi anlatır ve ben daha çok onun yapılandırmasını takip ettim ama hikayeyi daha kısa ve basit ele aldım.

10 Haziran 1854’te Almanya’daki Göttingen Üniversitesinde Georg Bernhard Riemann, klasik ve lineer evrene bakışın ölüm fermanını yazıp başka boyutlar teorisini sunarak Geometrinin Temelinde Yatan Hipotezler Üzerine isimli bir konuşma yaptı. Başka bir yazımda belirttiğim gibi, fizikteki hakim bakış açısı eninde sonunda tüm kültürel ve sosyal etkileşimlerimizi etkiliyor ve Riemann’in konuşmasından ancak 30 ya da daha fazla yıl sonra “gizemli dördüncü boyut” sanat, felsefe ve edebiyatı derinden etkilemeye başladı.

Altı yıl sonra Einstein Evrenin yaratılışı ve evrimini açıklamak için dört boyutlu Riemann geometrisini kullandı ve 130 yıl sonra fizikçiler fiziksel evrenin kanunlarını birleştirme gayreti içinde on boyutlu geometriyi kullanacaklardı.

Öklid geometrisi uzayın üç boyutlu ve düz olduğunu söyler. Düz bir uzayda üçgendeki açıların toplamı her zaman 180 derecedir ki bu bir kürede olduğu gibi uzayında kıvrılabileceği olasılığını hiçe sayar. İkibin yıl boyunca Öklid “kral”dı ve tüm Hirisyan dünyası onun kavrayışına hayrandı. Öklid’in prensiplerine göre katedraller inşa edildi ve medeniyetler kuruldu. İlginç ama Öklid ve Kilise birbirine çok bağlı dostlardılar.

Pek çok kişi Öklid’in teorilerini anlamak için mücadele ettiklerini hatırlayacaktır: Dairenin çevresi pi çarpı çaptır ve paralel çizgiler asla kesişmezler. Çoğu insanın farkında olmadığı küçük bir problem dışında her zaman oldukça standart şeyler olagemiştir: Yüzyıllardır yaptıkları gibi yapın, en büyük matematikçiler bu aldatıcı derecede basit önermeleri İSPAT edemediler. “Düz ülkede” kaldığınız sürece problem yoktu, Öklid yanınızdaydı ama kıvrımlı uzayda gezintiye çıktığınız anda Öklid sizi cezalandıran acımasız tanrıça Nemesis’ten farksızdı.

Riemann Ölkid’in güya “matematiksel kesinlik” anlayışına karşı çıktı çünkü doğanın Öklid’in düz, idealize edilmiş geometrik şekillerden OLUŞMADIĞI ona göre çok açıktı. Çok açıktı ki GERÇEK dünya sonsuz bir çeşitlilikte kıvrılıp bükülen kıvrımlardan oluşuyordu.

Öklid, bir noktanın hiçbir boyutu olmadığının aşikar olduğunu söylemişti. Bir çizginin tek boyutu vardı: uzunluk. Bir düzlemin iki boyutu vardı: uzunluk ve en. Bir cismin üç boyutu vardı: uzunluk, en ve yükseklik. O kadar! Daha fazlası yoktu! Öklid’e göre hiçbirşeyin dört boyutu yoktu.

Kültürümüzde oldukça uzun bir zaman hakimiyeti hissedilmiş olan bir başka Yunanlı, Aristo kategorik olarak dördüncü uzamsal boyutun mümkün olamayacağını ifade etmişti. Mısırlılaştırılmış bir Yunanlı olan Ptolemy daha ileri gitti ve dördüncü boyutun mümkün olmadığına dair bir “kanıt” inşa etti. Eğer karşılıklı olarak dikey olan üç çizgi çizerseniz ve diğer çizgilere dikey dördüncü bir çizgi çizerseniz, dördüncü boyutun imkansızlığını keşfetmiş olacaksınız. İmkansız olan sadece karşılıklı olarak dikey üçten fazla çizgi çizmek değil anlamak.

Fakat Ptolemy’nin yaptığı şey üç boyutlu beyinlerimizle dördüncü boyutu nasıl görselleştirmediğimizi göstermekti! Bugün matematikçiler ve fizikçiler görselleştirelemeyen ama matematiksel olarak varoldukları gösterilebilen objeler olduğunu BİLİYORLAR.

Michio Kaku şöyle yazıyor: “Ptolemy, bilimdeki iki büyük fikre, güneş sistemi ve dördüncü boyuta itiraz etmiş biri olarak tarihin sayfalarına gömülebilir.”

Hiristiyanlık ve “Tanrı’nın doğru ve tek sözü” olarak gördükleri İncil’e olan inançlarıyla derinden etkilenmiş olan pek çok matematikçi düzenli olarak dördüncü boyut fikrini çürütmeye çalışıp ona “doğadaki canavar” ismini taktılar.


Ve böylece Öklid ve Kilise zihinlerimiz üzerinde hakimiyet kurdu ve insanlığı zihinlerinde canlandıramadıkları şeylerin varolamayacağı konusunda beyin yıkamasına tabi tuttu. Dinin sözde “ruhsal amaçları” düşünüldüğünde yeterince tuhaf ama bu yaptıkları ender görülür bir şekilde büyük bir materyalizm çukuruna inişti.

Daha önce bahsedildiği gibi Riemann’in hikayesi, nasıl ve neden ünlü konuşmasını hazırladığı Michio Kaku’nun Hiperuzay’ ında çok hoş biçimde anlatılmaktadır ve okumaya gerçekten değer. Fakat bizi burada endişelendiren Riemann metrik sensör fikrini geliştirmiştir ve ayrıca birden fazla şekilde bağlantılı uzamlardan ya da solucan deliklerinden ilk bahsedenlerden biridir. Bunu gözümüzde canlandırabilmek için iki tane kağıt alın ve üst üste koyun. Bıçak ya da makasla her birinde küçük bir delik açın ve iki kesikten kağıtları birbirine yapıştırın. Eğer bir böcek üstteki kağıtta yaşarsa bir gün kazara kesik boyunca yürüyecek ve kendini alttaki kağıtta bulacaktır. Şaşıracaktır çünkü her şey değişmiş gibi gelecektir. Epeyce denemeden sonra böcek kesikten geçerek normal bulduğu dünyasına geri dönebildiğini keşfedecektir. Kesiğin yanından geçtiği sürece her şey yolunda ve normal olacak ama “kestirme yolu” seçtiğinde sorun yaşayacaktır.

Riemann kesikleri” Lewis Caroll tarafından kitabı Aynanın İçinden ‘de kullanılmış ve büyük bir etki yapmıştır. Riemann kesiği kitapta aynadır.

Riemann’dan kısa bir süre sonra, tüm Avrupa’da araştırmacılar sıradan insanlar için dördüncü boyut fikrini popülerleştirmeye başladılar. Tahmin edilebileceği gibi, Riemann’ın ileri matematiği zamanın düşünme biçiminin o kadar çok ilerisindeydi ki daha fazla araştırma için rehberlik yapacak fiziksel bir prensip yoktu. Ancak bir yüzyıl daha geçtikten sonra fizikçiler onu yakalayabildiler! Ama OLANLARDAN biri dördüncü boyuttan bir varlığın bize nasıl görünebileceğinin anlaşılmasıydı; tanrısal güçler. Kaku şöyle yazar:

Duvarlardan geçerek yürüyebildiğinizi hayal edin.

Kapıyı açma zahmetine girmenize gerek yok; içlerinden geçebilirsiniz. Binaların etrafını dolaşmanıza gerek yok; duvarlarından ve sütunlarından girebilir ve arka duvardan çıkarsınız. Dağların etrafında tur atmanıza gerek yok; hemen adımınızı atabilirsiniz. Acıktığınızda buzdolabını açmadan yiyeceğe ulaşabilirsiniz. Asla kazara arabanın içinde kilitli kalmazsınız; dışarı adımınızı atmak için yüzeyden geçmeniz yeterli.

İsteğinize bağlı olark ortadan kaybolup tekrar ortaya çıkabildiğinizi hayal edin.

Okul ya da işe arabayla gitmek yerine sadece gözden kaybolup tekrar sınıf ya da iş yerinde materyalize oldurdunuz. Uzaktaki yerlere gitmek için uçağa gereksinim duymazdınız, sadece ortadan kaybolup nerede istiyorsanız orada ortaya çıkmanız yeterli olurdu. Yoğun saatlerde trafikte sıkışmazdınız;siz ve arabanız sadece gözden yitip gideceğiniz yerde tekrar materyalize olur biterdi.

Uzaktaki kazaları görebilirdiniz. Ortadan kaybolup kaza yerinde materyalize olduktan sonra enkaz altında kalmış olsalar bile kaza kurbanlarının nerede olduğunu görebilirdiniz.

Açmaya gerek duymadan bir nesneye ulaşabildiğinizi hayal edin.

Soymadan ya da kesmeden portakalın dilimlerini çıkartabilirdiniz. Hastaların iç organlarını cildi hiç kesmeden ameliyat edebilme becerisiyla acı ve enfeksiyon olasılığını azaltan usta bir cerrah olarak saygıyla selamlanırdınız. Sadece kişinin vücuduna ulaşır, cildin içinden geçer ve hassas bir ameliyatı gerçekleştirebilirdiniz.

Bu güçlerle bir suçlunun neler yapabileceğini hayal edin. En iyi korunan bir bankaya bile girebilirdi. Değerli şeylerin olduğu kasanın içini görebilir, içeri ulaşır ve onları alırdı. Sonra da kurşunlar içinden geçip giderken elini kolunu sallaya sallaya dışarı çıkardı.

Bu güçlerle hiçbir hapishane bir suçluyu tutamazdı. Hiçbir sır saklanamazdı. Hiçbir hazine gizlenemezdi. Hiçbir engel bizi durduramazdı. Kelimenin tam anlamıyla mucize işçiler olurduk ve ölümlülerin anlayabilme kapasitesinin üzerinde ustalıklar sergilerdik. Ayrıca her şeye gücü yeten varlıklar olurduk.

Hangi varlık böylesi tanrısal güce sahiptir? Cevap: Daha üst boyuttan bir varlık. [Kaku, 1994]”

1877’de Londara’daki bir skandalla dördüncü boyut fikri gözden kaçamayacak şekilde halkın farkındalığına girdi. “Henry Slade adındaki bir medyum toplumdaki önde gelen kişilerle seanslar yapıyordu ve el falı ya da başka yollarla ince ustalık isteyen bir zanaat ve araçlar kullanmaktan tutuklandı.” [Kaku, 1994]

Mahkeme Slade’i sahtekarlıktan suçlu buldu ama o bilimsel bir komisyon önünde ustalığını tekrarlayarak masumiyetini kanıtlayabileceğinde ısrar etti ve Leipzig Universitesi’nde fizik ve astronomi profesörü olan Johann Zollner olaya bilimsel olarak bakmaya istekli bir grup bilim insanını biraraya getirerek bir komisyon oluşturdu. Bunu yapmalarının nedeni halka duyuruldu ve duyuruda Slade’in yaptığını iddia ettiklerinin 4. Boyuttaki objeleri manipule etmekle aslında mümkün olabileceği fikri de yer aldı. Böylelikle haber raporu halka bu ilginç dünyamızda nelerin tam olarak mümkün olabileceği ile ilgili gerçek bir fikir vermiş oldu.

Slade’i savunanlar arasında katot ışın tüpünün mucidi William Crookes; Gauss işbirlikçilerinden Riemann’ın danışmanı Wilhelm Weber; elektronu keşfettiği için 1906 Nobel ödülünü alan J.J Thompson ve 19. yüzyıl sonlarının en büyük klasik fizikçilerinden 1904 Nobel ödülü sahibi Lord Rayleigh vardı. Kaku şöyle söylüyor:

Önce Slade’e iki ayrı kırılmamış tahta halka verildi. Halkaları kırmadan birbirlerin içinden geçirebilecek miydi acaba? Eğer Slade başarılı olursa, diye yazmıştı Zollner, “bu fiziksel ve organik süreçlere yönelik bugüne dek kabul ettiğimiz görüşlerin olanı açıklamada tamamen yetersiz kalması, yani bir mucizenin gerçekleşmesi anlamına gelirdi.”

İkincisi, Slade’e bir deniz salyangozu kabuğu verildi ki ya sağa ya da sola doğru kıvrılıyordu. Acaba Slade sola kıvrımlı olanı sağa, sağa kıvrımlı olanı da sola kıvrımlı hale getirebilir miydi?

Üçüncüsü, kurutulmuş hayvan bağırsağından yapılmış bir ip halka verildi. Halkayı kesmeden bir düğüm oluşturabilir miydi acaba?

Slade’e aynı zamanda bu testlerin başka versiyonları da verildi. Örneğin, bir ip sağ taraflı bir düğüme bağlanmıştı ve uçları balmumu ile mühürlenmiş ve Zollner’ın kişisel mührü basılmıştı. Slade’den balmumu mührü kırmadan düğümü çözmesi ve ipi bu sefer sol taraflı düğüme tekrar bağlaması istendi. Dördüncü boyutta düğümler her zaman çözülebildiği için, dördüncü boyut özellikleri gösteren bir insan için bu kolay olmalıydı. Slade’den ayrıca bir şişeyi kırmadan içindekileri çıkarması istendi.

Slade bu inanılmaz yeteneği gösterebilecek miydi?

Bugün, Slade tarafından iddia edildiği gibi, üst boyutun manipülasyonu aklımızın alabileceği bir gelecek için bu gezegende mümkün olanın çok daha ötesinde bir teknoloji gerektireceğinin farkına vardık. Ne var ki, kötü bir ünü olan bu vakayla ilgili olarak ilginç olan Zollner’in doğru bir şekilde Slade’in büyücülük gösterileri eğer biri bir şekilde nesneleri dördüncü boyuttan geçirerek hareket ettirebiliyorsa açıklanabileceği sonucuna vardığı.

Örneğin üç boyutta halkalar kırmadan birbiririn içinden geçer hale getirelemez. Benzer bir şekilde halka şeklinde bir ipe düğüm atmak için onu kesmek gerekir. Bununla birlikte daha üst boyutlarda düğümler kolaylıkla çözülebilir ve halkalar birbirinin içinden geçebilir. Bunun nedeni ip halkaların ve tahta halkaların daha fazla boş alana sahip olmasıdır. Eğer dördüncü boyut gerçek olsa, ip ve tahta halkalar roket gibi yukarı doğru fırlatır, birbirinin içinden geçer ve sonra dünyamıza geri dönerdi. Aslında dördüncü boyutta düğümler asla daimi değildir. Böylesi bir gösteri üçüncü boyutta olası değildir ama dördüncüde geçici olarak mümkündür. Anlaşılan o ki üçüncü boyut düğümlerin daimi olduğu TEK boyuttur.

Benzer bir şekilde, üçüncü boyutta katı bir şekilde sol taraflı bir nesneyi sağ taraflı hale getirmek imkansızdır. İnsanlar kalpleri sol taraflarında doğmuşlardır ve hiçbir cerrah, ne kadar becerikli olursa olsun, insanın iç organlarının yerlerini değiştiremez. Bu ancak, ilk kez Matematikçi August Mobius’un belirttiği gibi, bedeni kendi evrenimizin dışına çıkarıp dördüncü boyutta bir döndürüp tekrar evrenimize geri getirmekle mümkündür.

Zollner, üç ayda bir yayınlanan Bilim ve Transandantal Fizik Dergisi’ nde Slade’in bu mucizevi performanslarla seçkin bilim adamları karşısında izleyicileri şaşkına çevirdiğini yazdığı zaman büyük bir fırtına kopardı.

Zollner’ın Slade’i şevkle savunması tüm Londra toplumunda sansasyona neden oldu. Zollner’ın iddialarını destekleyenler arasında çevresindeki Weber ve Crookes dahil ünlü bilimadamları vardı. Bu kişiler sıradan bilim adamları değil, bilim sanatının ustaları ve deneyin kıymetli gözlemcileriydiler. Doğal fenomenler üzerine araştırma yapmaya hayatlarını adamışlardı ve şimdi Slade onların gözleri önünde sadece dördüncü boyutta yaşayan ruhlar yaşıyorsa mümkün olabilecek gösteriler yapıyordu. “

Elbette zalim eleştiriler yapanlar ve iftiracılar vardı ama bence öne sürdükleri argümanların içi boştu. Aslında çok uzak geçmişe uzanan yüzyıllar boyunca defalarca böylesi kanıtlar ortaya konulmuş ve her zaman materyalist efendiler ve tanrılar adına iftiracılar ve “zalimler” olmuştur.

Kaku’un bir “4. Boyut varlığının” yetenekleriyle ilgili tanımlamaları ile ilgili ilginç olan şey her geçen sene daha fazla bir şekilde gerçekliğimizle etkileşime giren “uzaylı fenomenini” karakterize eden şeyler tipinde olmasıdır. Dahası, böylesi güçlere sahip varlıkların insanlıkla çok uzun süreden beri etkileşimde olduğuna – gerçi yüzyılar içinde onlara peri, cin, vampir gibi isimler verilmiştir – dair büyük miktarda kanıt vardır. Üstelik 4. Boyutsal olarak tasvir edilen bu yetenekler Kasyopyalılar’ ın 4. Boyuttan ziyade “4. Yoğunluk” terimiyle anlatıklarının birebir aynısıdır.

1884’te on yıllık bir tartışmanın ardından, Londra Şehri Okulu’nun müdürü Edwin Abbot Düz Ülke: Bir Karenin Pek Çok Boyutla Yaşadığı Romans adında bir roman yazdı. Abbot bir din adamıydı ama bu şaşırtıcı değil çünkü böylelikle cenneti, cehennemi, melekleri ve şeytanları koyacak bir yer vardı : Dördüncü Boyut ( muhtemelen doğruluk bakımından çok da uzak bir fikir değildi!) Düz Ülke ile ilgili olarak benzersiz olan aynı zamanda sosyal eleştiriler yapan sağlam bir hiciv olmasıydı. Abbot 4. Boyutun varolma olasılığını inkar eden dindar kişileri tiye alıyordu. İçerdiği bilimsel ve dinsel topluluklar arasında bugün bile yaygın olan bağnazlık ve dar fikirlilik örnekleriyle kitap okumaya fazlasıyla değer.

Düz Ülke”, 4. Boyuta dair daha sanatsal ifadelerin yolunu açtı. Bunların arasında Oscar Wilde, H.G Wells, Lewis Carroll, Joseph Condrad ve diğerleri sayılabilir. Teosofi dahil pek çok okült topluluğun gelişimi 4. Boyut fikrinden etkilenmiştir. Bugün diyebiliriz ki 4. Boyut o zamanın “son modası” idi.

Bunun hem iyi hem de kötü bir yanı vardı. Kötü tarafı ciddi bilim insanları bugün uzaylılarla ilgili herhangi bir konuda yaptıkları gibi konunun “bulvar gazetesi” doğasıyla aralarına mesafe koydular. İyi tarafı konu kültürel bir metafor oldu. Kubizm ve İzlenimcilik akımları Öklitsel olmayan 4. Boyutsal geometriden etkilendiler.

Charles Howard 4. Boyutu Amerika’ya getirdi. Oxford’da dördüncü boyutu göz önünde canlandırmak için yöntemler geliştirmeye çalışıyordu. Bir matematikçi olarak kişinin dört boyutlu bir objeyi gözünün önünde canlandıramayacağını biliyordu ama böyle bir objenin kesitini algılayabilirdi.

Bazı kişisel sorunlardan sonra, Hinton Amerika’ya geldi. Bir süre Princeton’da çalıştı ve daha sonra da Washington’daki Patent Dairesinde. Sıradan bir insanın dört boyutlu objeleri “görebilmesi” için akıllıca yollar bulabilmek için senelerini harcadı. Sonunda kişinin eğer yeterince kendini zorlarsa gözünün önünde canlandırabileceği özel küpler ya da dört boyutlu küpler tasarladı. Açılmış bir hiperküp için bir isim buldu: Tesseract. [ç.n. Dört Boyutlu Küp]

Düz Ülkedekiler bir küpü gözlerinin önünde canlandıramazlar ama üç boyutlu bir küpü açarak kavramsallaştırabilirler. Bir küp, Düz Ülkeden birine açıldığında haç şeklinde görünür. Aynı şekilde biz de dört boyutlu bir hiperküpü gözümüzün önünde canlandıramayız ama açtığımızda haça benzer bir tesseract olarak düzenlenmiş bir dizi küp görürüz. Bu katı ve sabit bir üç boyutlu cisim olarak görülse bile anlaşılması gereken 2. Boyuttan 3. Boyuta geçerken haç şeklinin küp olması gibi bu da aslında 4. Boyutsal uzayda açılan hiper küpün bir temsilidir.

Okuyucunun tahmin edebileceği gibi Hinton’un küpleri kısa zamanda “mistik önem taşıyan” nesneler haline geldiler. Kişinin küplerden biriyle meditasyon yaparak dördüncü boyuta kısa bakışlar atabileceği iddia edilmeye başlandı. Taraftarları, bu küpleri zihinsel olarak yeniden düzenleyip dördüncü boyut vasıtasıyla tekrar bir araya getirerek bir hiperküp elde edinceye kadar saatlerce bu küpleri düşündüler. Bu zihinsel performansı gösterebilen kişilerin nirvananın en yüksek seviyesine ulaşacakları söyleniyordu.

Hinton’un 4. Boyut konusuna en büyük katkısı üst boyuttan şekilleri popülerleştirmesiydi. Bunlar pek çok şekilde yararlıdır çünkü profesyonel matematikçiler üst boyuttan nesneleri kesitleri, açılmış halleri ve gölgeleri vasıtasıyla kavramsallaştırabilmektedir.

Okuyucu, Nelson Bond’un 4. Boyuttan bir canavarın bizim boyutumuzda kendini nasıl gösterdiğini anlatan Hiçbiryerden Gelen Yabancı ‘sına bir göz atmak isteyebilir. Kitapta zamanımızın bazı “uzaylı görünümlerini” yansıtan oldukça tuhaf tasvirler var.

Şimdi tüm bunlardan çıkan sonuç ne?

Bence herkesin bir 4. Boyut “kesiği” ya da “Dikey Gerçekliklik” adı verilen solucan çukurları vasıtasıyla Dalga ya da Boyut Sınırı ile bir bağlantısı olduğunu sonucuna varabiliriz. Geçebilip geçemedikleri ayrı bir sorudur. “Kesiği” tezahür ettirmek ya da üretmek için birden fazla kişiye gerek olup olmadığı da ayrı bir sorudur. Eğer ikinci fikir doğruysa yedi bireyden oluşan bir grup, eğer bu kişiler doğru yedi kişi ise ( her bir grubun dinamiği tarafından belirlenmiş), öyle bir şekilde etkileşimde bulunabilirler ki grubun her bir üyesine gittikçe artan bir bilgi ve farkındalık getirebilir ve böylece bir kesik ya da solucan çukuru açabilirler varsayımında bulunabiliriz ve bu da ayrıca düşünmeyi gerektirir. Böylesi gruplara Kasyopyalıların söylediği gibi “kanallar” adı verilebilir ve daha önce öğrendiğimiz gibi bir kanal Dalganın gelişiyle aktive olabilecek bir çeşit “kaçış geçidi”dir.

Ama böylesi bir şey tam olarak nasıl işe yarar? Aslında devam ettikçe bulmacanın giderek daha fazla parçası karşımıza çıktı. Bu noktada Santilli celsesi nerdeyse bir yıl süreyle Dalga’yı tartıştığımız son celseydi. Köprünün altından çok suların aktığı zamana, 1996’ya kadar bu konuya geri dönmeyecektik. Değişimler, değişimler, değişimler. 1

Sonunda bu konu tekrar gündeme geldiğinde, bunun nedeni alakasız gibi görünen bir soruyla iletişime başlamamdı. Ve bu durumda biz üzerine konuşurken o an bahsi açılan “dalga” bizim tartışageldiğimiz ”Dalga” ile ilişkili görünmüyordu. Ancak bir süre sonra bağlantılı olabileceğinden kuşkulanmaya başladık.

Sonraki bir seri ipucuna götüren soruların nereden kaynaklandığı hakkında biraz önbilgi vermem gerekirse, bir ara William Chittick’in yazdığı Sufi Bilgi Yolu başlıklı bir kitap satın aldım çünkü Gurdjieff ve Ouspensky’nin yazdıklarına olan ilgim sebebiyle Sufiler hakkında daha derin bigi sahibi olmak istiyordum. Hatta Kasyopyalılar’ ın 2. Yoğunluk adını verdikleriyle ilgili olarak Ouspensky’nin 2. Boyut farkındalığını sunuşu hakkında biraz soru sordum.

11 Şubat 1995

S: (L) Daha önce Ouspensky’nin algılarla ilgili olan Tertium Organum ’unu okuyorduk, bu algılarımızın halinin ve 2. Yoğunluk algılarının oldukça doğru bir tasviri mi?

C: Evet.”

Tekrar belirteyim ki boyutların matematiksel izahı Kasyopyalıların yoğunluklar olarak tanımladıklarıyla daha çok paralellik taşıyorken, “alternatif gerçeklikler” kavramı boyutlar hakkındaki popüler anlayışa daha yakın. Bu konularla ilgili olarak pek çok New Age gurusu arasında çokça yanlış anlama ve yanlış kavramsallaştırma var. Ve üzücü olan kelimeleri matematiksel doğruluk ve derin anlamlara dair herhangi bir kavrayış olmadan kullanıyorlar ve pek çok insan bu “laf salatalarıyla” yanlış besleniyor. Aynı zamanda doğru anlayışa sahip ama bunu ifade edecek kelimeleri olmayanlar da var ve dolayısıyla ilhamla gelen algı ile bilim arasındaki çatışma sürekli olarak devam ediyor. Ama bu başka bir zaman anlatılacak bir hikaye.

Kendi hayatımdaki derin seviyedeki değişim sırasında ve sonrasında kabul etmeliyim ki Kasyopyalılara kızgındım. Demek istediğim, bizimle konuşan 6. Yoğunluk ışık varlıklarıydılar ve her kim olsa bana verecekleri tavsiyelerle acı ve ızdırabı ya da zor zamanları ve korkunç olayları ve tavsiyelerini hayata geçirmeye başladığımdan beri zihnime, şahsıma ve hatta aileme yapılan sürekli ve bağışlanamaz saldırıları önleyebileceklerini düşünürdü. Bir gece bu durumla ilgili şikayetimi dile getirdim:

11 Şubat 1996

S: (L) Kitap yayımlama konusunda çok sayıda kişiye mektup yazdım… Aradığım şeyi ne zaman bulacağım? Gönderdiğim alıntılardan sonra ne kadar çok insanın materyali okumak istediğini görünce çok şaşırdım.
C: Yanıtımızın ne olduğunu tahmin etmen gerekir.

S: (L) “Bekle ve gör” mü?
C: Bingo!! Söylemedik mi? Ağ çalışmasını önermedik mi??!??

S: (L) Evet ama…
C: Peki sen ne yaptın?

S: (L) Bunu elimden geldiği kadar çabuk bir şekilde yaptım…
C: Peki ne oldu?

S: (L) Kertişler beni öldürmeye çalıştı! [gülüşme]
C: Kertenkele Gücü, yani KH, size ilk günden beri saldırıyor. Biz ise sizin zaman ölçümünüzle size 1.5 yıldan beri tavsiyelerimizi sunuyoruz.

S: (L) Sürekli baskı altında çalışmaktan dolayı gücümü yitirmeye başladığım bir durumdayım. İşlev göstermeye devam edebilmek için kafamın biraz rahat olacağı bir duruma ulaşacak mıyım hiç, söyler misiniz?
C: Söylemedik mi?

Ve evet söylemişlerdi… Pek çok ince yolla. Tek problem asla spesifik olmamasıydı. Sanki labirentte bulmam gereken bir hazine vardı, gözlerim bağlıydı. Kesinlikle Kasyopyalılar da oradaydı ve “ Yaklaştın! Hay Allah! Uzaklaştın… Daha uzaksın… Çok uzaksın…! Evet, şimdi yakın… Daha yakın… Çok yakın, çok yakın!” diye fısıldıyorlardı. Delice bir yaşam tarzıydı. O zamanlar yaşamlarını metafizik ve paranormale adamış olanların bile nadiren gelebildikleri bir düzeyde ve şekilde farklı şeyleri birbirinden ayırt etmeyi öğrettiklerini anlamamıştım.

Ama sonsuza kadar sürecek bir süreç gibi görünüyordu. Hiç celse yapmadan birkaç ay geçti çünkü ya hasta ya da depresiftim ya da o çabayı harcayamayacak kadar yorgundum. Sonunda tekrar bir celse yaptığımızda yine şikayet ettim:

S: (L) Çeşitli kişilerin de bana dediği gibi, bu kanallama projesine başladığımızdan beri hayatımda tüm bu berbat şeyler oluyor. Hayatım bir savaş alanına döndü!
C: “Berbat subjektif.”

S: (L) Subjektif veya değil, başıma gelen fiziksel şeyler, evliliğimin bozulması, çocuklarıma olan şeyler son derece berbat!
C: Tüm bu değişimler meydana gelmeye başlamadan önce, şu anla karşılaştırıldığında “ölümcül ilüzyonun” daha derinlerinde bulunuyordun. İlüzyondan çıkış bizzat doğası gereği rahatsızlık vericidir. Ama bu seni güçlendirdi ve güçlendirmeye devam edecek, söz veriyoruz!!!!!!!!

S: (L) Şu anda gerçekten çok zorlu bir zaman. Bununla baş etmekte zorlanıyorum.
C: Böyle başka zamanlar da oldu ve olmaya devam edecek ama bu ödüllerin küçük olacağı anlamına gelmiyor.

S: (L) Yani…
C: Bir kader patikasındasın ve artık dönüş yok.

O ruh hali içinde söylediklerim kulağa geleceği önceden görmüş gibi geliyordu! Hiçbir şey için hevesim kalmamıştı ve bir hastalıktan ötekine sürekli bir fiziksel kriz halindeydim ama bu hastalık ya da yorgunluk ve depresyon zamanlarında Muhyiddin ibn Arabi ‘nin öğretileri üzerine yazılmış ve birkaç yıldır açılmamış şekilde rafta duran kitaba şöyle bir bakmaya başladım. Kitaptan bölümler okudukça Kasyopyalıların söyledikleriyle benzer olan şeyler beni çok şaşırttı. Aynı zamanda müzdarip olduğum tüm o şeylerin bir çeşit “perdenin kaldırılması” için “hazırlanan” biri için hiç de olağan olmadığını okumak beni heyecanlandırdı. Bu beni aşağıdaki konuşmaların geçtiği bir başka celse yapmaya karar vermek için yüreklendirdi:

15 Haziran 1996

S: (L) Bildiğiniz gibi bir süredir Sufi öğretilerini araştırıyordum ve Sufilerin “perdenin açılması”na dair ilgili açıklamaları ile bizim bu kaynaktan aldığımız bilgiler arasında pek çok benzerlikler keşfediyorum. Ve en hafif deyimle oldukça şaşırdım. Sorum şu: Bizim burada yaptığımız şey onların deyişiyle “perdenin giderek açılması” olarak görülebilir mi?
C: Evet.

S: (L) Okuduklarımdan anladığım kadarıyla perdenin kalkması sürecinde belirli noktalarda bilgi tabanı yeterince genişletildikten sonra içsel perde açılmaları meydana gelmeye başlıyor. Bizim içinde bulunduğumuz sürecin de bir parçası mı bu?
C: Belki.

S: (L) Geçen birkaç yıl müddetince ne zaman bilgimde önemli bir artış meydana gelse bu hep aynı nitelikte döngüsel bir şekilde gerçekleşti. Bilgiyi özümsemeden önce bir depresyon sürecine giriyorum ve sonra da içsel bir dönüşüm ile bir seviyeden diğer bir seviyeye geçiyorum. Bu süreci arttırmak veya yararlanmak için yapabileceğimiz birşey var mı ve bu istenebilir birşey mi?
C: Bu doğal bir süreç, bırak olsun.

S: (L) El-Arabi’nin yazdığı konulardan biri de varlığın ontolojik seviyesi hakkında. Varlığın eşmerkezli oluş durumları. Ve her bir durum ilişkileri tanımlıyor. Herbir üst seviyede varoluşun merkeziyle daha yakın bir ilişki içindesin ve varoluşun daha dış kenarlarında ise madde ile daha yakın ilişki içindesin. Bu sizin bize tanımladığınız 7 yoğunluğu doğru bir şekilde ifade ediyor. Arabi ayrıca “dışa yayılmak” ve bilgiye doğru “içe yönelmek”ten bahsediyor. Sanırım belirli varlıklar, örneğin 4’üncü yoğunluk KH ve 3’üncü yoğunluk diğer KH varlıkları güçlerini arttıracakları bir durum yarattıklarını düşünüyorlar ama aslında “dışa yayılma” veya maddeye dağılma sürecinin bir parçası olabilirler. Bu doğru bir algı mı?
C: Yakın.

S: (L) El-Arabi bulunduğun yerde ilüzyonda kalabileceğini, aşağı doğru hareket edebileceğini veya yukarı doğru hareket edebileceğini söylüyor. Bu da sizin söylediklerinizle benzeşen birşey. Seçtiğin yön kısmen döngüde bulunduğun konumun bir neticesi mi?
C: Bundan daha karmaşık.

S: (L) Buna eminim. El-Arabi çok karmaşık bir analiz sunuyor ve muhtemelen o da bununla ilgili herşeyi bilmiyordu… Yine de söyledikleri sizin bu kanaldan bize verdiklerinizle neredeyse kelimesi kelimesine örtüşüyor.
C: Şimdi, değişken çekim dalgaları hakkında öğrenebileceğin herşeyi öğren, oku, araştır.

S: (L) Tamam. Değişken çekim dalgaları. Neler bulabileceğime bakacağım. Bununla ilgili önemli şeyler mi var?
C: Meditasyon da yap!

S: (L) Evet. Bize sürekli meditasyon yapmamızı söylüyorlar. Sen yapıyor musun F___? (F) Son zamanlarda değil.
C: Seni kastediyoruz Laura, araştırmanın bir parçası olarak değişken çekim dalgaları hakkında düşüncelerini derinleştir.

S: (L) Çekim maddenin bir özelliği gibi görünüyor. Doğru mu?
C: Ve… antimadde!

S: (L) Antimaddenin bir özelliği olan çekim “antiçekim” mi? Yoksa sadece diğer taraftaki çekim mi, lafın gelişi?
C: Bağlayıcı. Çekim, fiziksel olan herşey ile eterik olan herşeyi birbirine bağlıyor, değişken çekim dalgaları aracılığıyla!!!

S: (L) Antimadde eterik varoluş mu?
C: Eterik varoluşa giden yol. Bir geçit.

S: (L) Peki değişken çekim dalgaları 7. yoğunluktan mı yayılıyor?
C: Boyunca. Yayılımın çıktığı bir nokta yok.

S: (L) Yani bu dalgalar maddenin varlığının bir özelliği ve madde ile eterin bağlayıcısı, öyle mi?
C: Öyle denebilir ama sadece maddenin değil antimaddenin de özelliği!

S: (L) Yani değişken çekim dalgaları aracılığıyla diğer yoğunluklara erişebilirsin, öyle mi?
C: Herşeye.

S: (L) Bu dalgalar mekanik olarak üretilebilir mi?
C: Üretmek aslında toplamak ve yaymaktır.

S: (L) Tamam, ne tür bir cihaz çekim dalgalarını toplayıp yayabilir? Spirallerin yaptığı şey bu mu?
C: Buna yönelik. “Nuh”u yazarken çekimi nereye yerleştirdin?

S: (L) Çekimin elektrik tüketimin bir göstergesi olduğunu düşünmüştüm; çekim elektrik enerjisinin sürekli akışının bir yan ürünüydü…
C: Çekim yan ürün değildir! Tüm varoluşun merkezi bileşenidir!

S: (L) Elektrik akışı ve tüketimine göre düşünmüştüm.. ve elektriğin bir tür bilincin varlığını işaret eden birşey olduğunu ve çekimin bize gösterdiği şeyin de bir gezegenin buna sahip olduğunu, yani canlı olduğunu düşünmüştüm.
C: Daha önce gezegenlerin ve yıldızların birer pencere olduğunu söylemiştik. Peki çekim nereye gidiyor?

S: (L) Çekim nereye gidiyor. Güneş bir pencere. Bizim gezegenimiz bile bir pencere olmalı!
C: Sizde de var!! Çekim varolan herşeydir.

S: (L) Işık çekimden yayılan birşey mi?
C: Hayır.

S: (L) Işık nedir?
C: Çekim. Çekim “Tanrı”dır!

S: (L) Ama Tanrı’nın ışık olduğunu sanıyordum?
C: Eğer çekim herşeyse, ne değil ki? Işık çekimin ürettiği enerjinin ifadesi. Lütfen çekim olmayan herhangi birşey söyle.

S: (L) Eğer çekim herşeyse, çekim olmayan hiçbir şey yok demektir. Güzel. Mutlak yokluk nedir?
C: Sadece bir düşünce.

S: (L) Yani yokluk diye birşey yok?
C: Evet, var.

S: (L) Düşünceler çekim üretir mi?
C: Evet.

S: (L) Ses çekim üretir mi?
C: Evet.

S: (L) Ses çekimi manipüle edebilir mi?
C: Evet.

S: (L) Bu insan sesiyle yapılabilir mi?
C: Evet.

S: (L) Tonal olarak veya düşünce gücüyle yapılabilir mi?
C: Her ikisiyle de. Çekim tarafından manipüle edilen düşünce çekimi manipüle etmeyi seçen sesler üretmeyi seçtiğinde çekim manipüle edilir.

S: (L) Coral Castle’ı 2 inşa eden adam uçak koltuğuna oturup düşünceleriyle mi yarattı o yeri?
C: Hayır. Çekim, çekimi manipüle etmek için onu dönmeye manipüle etmeyi seçtiğinde adam döndü.

S: (L) Çekimin bilinci var mı?
C: Evet.

S: (L) Seçimi bireyin yapması mümkün mü hiç, yoksa birey çekimin KENDİSİ olarak mı seçiyor?
C: Bireyin içindeki çekim, varoluştaki tüm çekim.

S: (L) Ben de Sufilere zor diyordum! (F) Bu kapıyı açan şey muhtemelen kendi çalışmaların. (L) Tanrım! Ne yaptım ben! Pekala. Kafam allak bullak oldu.
C: Hayır olmadı.

S: (L) Kafam karıştı ve aşırı yüklendi.
C: Bunun eğlenceli yanının farkına var!

S: (L) Eğer bu söylediklerinizin herhangi bir bölümü bizim için önemli olacaksa, bu süreçte bunların ayrıntılarını öğrenmek durumunda olacağız demektir.
C: Daha kaç kere söylemek zorundayız?!?! Tüm varoluşun tüm toplamı her birinizde mevcut, ve tersi.

S: (L) Peki algıladığımız “çok-luk”un açıklaması nedir?
C: 3’üncü yoğunluğun algısı.

S: (L) Yani tüm evren içimde… tamam, bu… Anlıyorum. Garip ama anlıyorum. Sorun buna erişmekte, örtüleri kaldırmakta.
C: İşin eğlenceli kısmı da bu.

S: (L) Demek Coral Castle’ı yapan adam buna erişebiliyordu. Sürekli olarak mı yoksa aralıklı olarak mı?
C: Kısmen.

S: (L) Anladığım kadarıyla ışık hızındayken kütle yok, zaman yok ve çekim yok. Bu nasıl olabilir?
C: Kütle yok, zaman yok, ama evet, çekim var.

S: (L) Fotonun çekimi var mı?
C: Çekim ışık hızını aşıyor.

S: (L) Çekim dalgaları ışıktan daha mı hızlı?
C: Evet.

S: (L) Bir çekim dalgasını değişken yapan şey ne?
C: Kullanım.

S: (L) Burada gerçekten önemli birşeyi kaçırıyormuş gibi hissediyorum…
C: Evet öyle, ama bunu ancak kendi ilerleyiş hızınla bulabilirsin. Ve iyi geceler.

Zaman zaman anlayışımın biraz kıt olduğunu düşünenler böylece bundan emin oldular! Şu bir gerçek ki bu dünyadaki varoluşumuzun sırlarını keşfetmek için yıllarca okuyup araştırmıştım ve bir keresinde sıradan bir insan için oldukça iyi bir kavrayışımın olduğunu düşünmüştüm. Ama şimdi bu düşünce duvara çarpıp yerle bir oluyor ve yeniden birinci sınıfa dönmüş oluyordum ya da öyle görünüyordu ve bu okulda görünen o ki en parlak öğrenci değildim!

Bu son celsede Oz’dan çıkıp Kansas’a geri dönme bilmecesinin çözümü boyunca ilerlerken akılda tutmaya değer gördüğüm ve bana çarpıcı gelen pek çok nokta var ( geriye dönüp baktığımda elbette!) ve bu noktalar:

Değişken çekim dalgaları, bugüne kadar bilinmeyen kuantum fiziğini resmi daha net hale getirmek için açar.

Çekim madde ve karşıt maddenin bir özelliği olarak görünmektedir! Karşıt madde “eteral” varoluşa bir yol ya da geçittir. Çekim fiziksel olan herşeyi eteral olan herşeyle değişken çekim dalgaları vasıtasıyla birbirine bağlar!!!

Dolayısıyla değişken çekim dalgaları vasıtasıyla sadece diğer yoğunluklara değil herşeye erişim sağlayabilirsiniz.

Çekim dalgalarının mekanik olarak “üretimi” gerçekte bunları toplamak ve dağıtmak anlamına geliyor.

Spiraller, çekim dalgalarının mekanik olarak toplanması ya da dağıtılmasında bir araçlar.

Çekim tüm varoluşun merkezinde! Ve sizde de var!!

Düşünceler çekim üretirler ve bununla ilgili olarak bilgi ve farkındalık da çekim üretirler. Elbette hatırlamak gerekir ki bilgi ve farkındalık kanal oluşturmak için “anahtarlardır” ve sanıyoruz ki “kanal” bir dikey gerçekliktir veya Riemann Kesiği ya da Solucan Deliğine benzerdir.

Okuyucu olarak sizler de tüm bunlar hakkında benim düşündüklerimi mi düşünüyorsunuz, bilmiyorum. Ama Dalga’nın doğasını ve onunla etkileşime geçme sürecinde kendi faydamıza yönelik en iyi ne şekilde hazırlanabileceğimizi keşfetmeye devam ettikçe, yukarıdakileri aklınızın bir kenarında bulundurun.

(1) Eski eşime bu dönemde boşanma talebimi iletmiştim ve Tom French yazdığı makalede içinde bulunduğum durumu oldukça iyi anlatmış. İlgilenen okurlar için makalenin adresi Times websitesinde www.sptimes.com.

(2) Coral Castle (Türkçesi Mercan Kalesi) 20. Yüzyılın başlarında sıradışı bir münzevi olan Edward Leedskalnin tarafından inşa edilmiştir. Edward Leedskalnin yaklaşık 45 kilo ve 1.52 boyunda bir adamdı. Homestead, Florida’da Miami, Florida’nın güneyinde 4 hektarlık bir arazi parçasında kendini bulmuştu. Bir şekilde her biri 30 ton eden mercan kayalarını tek eliyle kaldırıp taşıyarak sadece bir kale değil, başka şeyler de inşa etti. 30 sene bu şekilde çalışmasına rağmen Edward’ın bu işi nasıl yaptığı hiçbir zaman keşfedilemedi. Tek başına geceleri çalışıyordu ve ne zaman izlendiğini biliyor görünüyordu. Böyle zamanlarda taş taşımıyordu. Pek çok makalede nasıl oluşturuldukları gizemini koruyan dünyanın farklı yerlerindeki diğer başka megalit tarihi yerler gibi Mısır Piramitleri’ni inşa ettiği sanılanların kullandığı benzer kaldırma sırlarını bulduğu iddia ediliyordu.

Edward Leedskalnin’in şu sözleri söylemişti; “Piramitlerin sırlarını keşfettim ve Mısırlılar ile Peru, Yukatan ve Asya’daki antik yapılar inşa edenlerin ilkel aletlerle tonlarca ağırlığı olan taşları nasıl kaldırıp yerine koyduklarını buldum!”

Sonuç olarak Edward, bahçedeki enkaz çöplerinden yapılma aletleri kullanarak ve kaleyi oluşturan büyük mercan kayalarını nasıl kaldırdığını ve yerleştirdiğini asla söylemeyerek kalesi için yüz tonun üzerinde mercan kayasını çıkarmıştır.

Posted in Dalga