Altın Çağ Efsanesi: Kutupların yerlerinin farklı olduğu, mevsimlerin farklı olduğu, yılın farklı olduğu bir dönem. Altın Çağ, zamanın hiçbir anlamının olmadığı kadim bir cennetti.

Altın Çağ anısı veya hayali, Hindistan’dan Kuzey Avrupa’ya uzanan bölgedeki kültürlere özgü görünüyor.

Amerika kıtasında en gelişmiş olan tarih mitolojileri Maya ve Azteklerinkiydi ve onlara göre yangınlar ve seller biçimindeki döngüsel yıkım tehdidine maruz kalmayan hiçbir dönem yaşanmamıştı. Pratikte Hintli çevresinden ‘kötüleşen çağlar’ fikrini almış olmasına rağmen, Budizm felsefesinde de nostaljiye yer yoktur. Tevrat’ın Yaratılış bölümüne göre kadim Orta Doğu’da Altın Çağ’ın belirgin bir kalıntısı vardır, çünkü Cennet Bahçesi Düşüş öncesinde insanlığın tanrılarla birlikte yürüdüğü yerdi.

Mısırlılar tanrı-krallar tarafından yönetilen geçmiş devirlerden bahsetmişlerdir. Berossos’un aktardığına göre Babil mitolojisi, her biri ilkbahar ekinoksunun presesyon yoluyla zodyağın dört burcundan geçişi boyunca süren üç çağdan oluşuyordu. Bunlardan Anu yönetimi altında geçen ilki bir Altın Çağ idi ve Tufan’la son bulmuştu. İran Avesta metinleri, aşırı soğuk veya sıcağın, yaşlılığın, ölümün ve hastalığın bilinmediği bir devri yöneten ilk adam, ilk kral olan Yima’nın bin yılık Altın Hükümdarlığını anlatır.

Bu türdeki en gelişkin ve muhtemelen en eski teori, Hinduların Dört Yuga öğretisidir. Joscelyn Godwin adlı bir günümüz bilimcisi, Arktos: The Polar Myth (Arktos: Kutup Efsanesi [Adventures Unlimited Press, 1996]) adlı eserinde bu çağların ilkini tanımlar:

Dünyanın yaratılmasından sonra Brahman ilk Krita Yuga’da sırasıyla ağzından, göğsünden, uyluklarından ve ayaklarından bin çift ikiz yaratmıştır. Bunlar evsiz yaşamışlardır; düşündükleri her arzu doğrudan gerçekleşmiştir ve Dünya onlara kendinden lezzetli besinler sunmuştur, çünkü hayvanlar ve bitkiler henüz mevcut değildi. Her bir ikiz çifti, hayatlarının sonunda tıpkı kendileri gibi bir çift ikiz meydana getiriyordu. Herkes sadece ve sadece kendi görevini yerine getirdiği için, iyi ve kötü eylemler şeklinde bir ayrım yoktu.

Krita veya Satya Yuga’dan sonra herşey giderek kötüleşti: her bir ardıl yugada insan ırkı giderek daha fazla mutsuzluğa ve kötülüğe düşmüştür. Nihayet Kali Yuga’nın sonunda dünyayı ateş sarar, seller basar ve sonra dünya yeniden doğar.

Bir başka yerde, Kasyopyalıların Cennet’ten “Düşüş” efsanesi ile ilgili hikayelerine dair birşeyler yazmıştım. Görünüşe göre bu olay da Dalga’nın son kez burada olduğu sırada, yani 309.882 yıl önce (1994’ten geri sayıldığında) meydana gelmiştir.

Daha önce belirttiğim gibi bu süre hemen hemen 12 presesyon döngüsü etmektedir; şu anda bir presesyon döngüsünün tam olarak ne uzunlukta olduğuyla ilgili bir anlaşmazlık vardır. Rakamlar değişmektedir fakat 309.882’yi 12’ye böldüğünüzde ortaya çıkan rakam 25.823’tür ve bu presesyon süresine yakın bir rakamdır.

Geçen birkaç yılda, ekinoksların presesyonunun eski efsanelerdeki önemini, ayrıca arkeolojik sonuçlarını vurgulayan pek çok yazar olmuştur. Fakat Dalga’nın bilgisi olmadan, presesyon döngüsünün neden bu kadar önemli olduğuyla ilgili teorilerin hiç biri bir anlam ifade etmemiştir. Dalga konusuna devam etmeden önce, Web sitemizde Kayıp Altın Çağ hakkındaki makalelerimizi okumamış olanlar için bununla ilgili kısmı sunacağım.

5 Ekim 1994

S: (L) Havva’nın yediği ve sonra Adem’e verdiği iddia edilen, İyi ve Kötünün Bilgisi Ağacı’na ait meyve neydi?

C: Bilgi sınırlaması. Kodlama.

S: (L) Havva’nın bilgi ağacının meyvesini yemesi ne anlama geliyor? Bunu yapmak için ne yaptı?

C: Yanlış tarafla arkadaşlık etti.

S: (L) Burada arkadaşlık ne anlamda?

C: Havva sembolik.

S: (L) Neyi sembolize ediyor?

C: Dişi enerji.

S: (L) Dişi enerji yanlış tarafla arkadaşlık edince ne oldu?

C: Bir miktar bilgi ve güç kaybetti.

S: (L) Hayat ağacının meyvesi neyi simgeliyordu?

C: Sınırlanma.

S: (L) Şunu bilmenizi isterim ki bu bize pek bir anlam ifade etmiyor.

C: Ediyor. Laura, bariz olanı kaçırıyorsun.

S: (L) Hayat ağacının meyvesini yemek nasıl sınırlandırıcı olabilir?

C: Tek bir kaynağın tüm bilgiyi içerdiğine inanmak gerçekle çelişiyor. Eğer buradaki kavram bilgi ağacının meyvesinin yenmesinin tüm bilgiyi sağladığı ise, o zaman kişi yanılmış oluyor çünkü hiçbir belirli bilgi kaynağı tüm bilgiyi sunamaz. Bu yüzden kişi bu kandırmaya inandığında, kendini bir tuzağa sokmuş oluyor. Ve böylece insan ırkı çeşitli şekillerde yansıyan aynı sorunla zehirlenmiş oluyor: kişi gerçeği pek çok farklı yollardan arayacağına tek bir yolda ya da tek bir dini inanışta arıyor ve çok karmaşık konu ve soruların çok basit cevapları olduğuna inanıyor.

S: (L) Cennet bahçesine tekrar girilmesini engelleyen yanan kılıç neydi?

C: Tuzağı simgeliyor.

S: (L) Cennet nerdeydi?

C: Dünya.

S: (L) Tüm dünya Cennet miydi?

C: Evet.

S: (L) Cennet’teki düşme, veya cennet halinin kaybedilmesine eşlik eden bir afet oldu mu?

C: Evet.

S: (L) Ne tür bir afet?

C: Kometler.

S: (L) Daha önce bahsettiğiniz komet kümesi mi?

C: Evet.

S: (L) Peki, bu ne kadar zaman önce oldu?

C: 309882 yıl önce.

S: (L) Cennet’teki yılanın gerçek kimliği neydi?

C: Kertenkeleler.

S: (L) Cennet halinin kaybedilmesiyle aynı zamanda Kertişler insanlığın yönetimini ele mi geçirdi?

C: Evet.

S: (L) Peki insanoğlu buraya nasıl geldi?

C: Çeşitli faktörler. Çok sayıda ruh fiziksel varoluşu arzuladı ve 3 güç tarafından değişime uğratıldı: Griler aracılığıyla Kertenkeleler, Nefalim ve Orion birliği.

S: (L) Bu üç güç… Pek çok ruhun fiziksel varoluşu arzuladığını söylediniz. Çok sayıda ruh bunu arzuladıktan sonra fiziksel varoluş nasıl gerçekleşti?

C: Önce maymunumsuydu.

S: (L) Sonra ne oldu? Bu maymunumsu varlıklar birden bire mi ortaya çıktılar? Ruhlar bu maymunumsu varlıklarla ne yaptılar?

C: Ruhlar tohumlanan bedenlere geçince o bedenleri değiştirdiler. İnsan ruhlarını bu kuluçka süreci için ilk kullanan Orion Birliği’ydi. Bu çalışma Neandertal’i meydana getirdi.

S: (L) Genetik olarak değiştirilmiş maymun embriyolarının gebelik için dişi maymunlara geri konduğunu mu söylüyorsunuz?

C: Hayır. Yalnızca ruhlar.

S: (L) Ruhları bu maymunumsu bedenlere mi koydular?

C: Yakın. Ruhun mevcudiyeti maymunumsu bedenin genetiğinin ve DNA’sının değişmesine neden oldu.

S: (L) Yani insan ruhları üçüncü yoğunluk gerçekliğini deneyimlemek için bu gezegendeki canlı varlıklara girdi ve girince de mutasyonlara neden oldu, öyle mi?

C: Evet. Ardından da önce Orion Birliği tarafından değiştirildiler. Size benziyorlar.

S: (L) Kim bize benziyor?

C: Orionlular. Orion Birliği. Orion Toplumunda başkaları da var.

S: (L) Orionların bazıları bizim deyişimizle kötü adamlar mı?

C: Evet.

S: (L) Bazıları da iyi adamlar mı?

C: Evet.

S: (L) Dünya gezegenindeki bedenlere giren ruhlar nereden geldi? Buraya gelmeden önce başka bir gezegendeki bedenlerde miydiler?

C: Bu grup değil.

S: (L) Evrende bir yerlerde dolaşıyorlar mıydı?

C: Bir’le birlik halinde. Süper Eski Lusifer Efsanesi’ni duydunuz mu, Düşen Melek?

S: (L) Lusifer kim?

C: Siz. İnsan ırkı.

S: (L) İnsanların ruhları daha büyük bir ruhun parçaları mı?

C: Evet. Yakın. Bir. Sizler parçalı bir ruh biriminin üyelerisiniz. Tüm düşenler “zor yoldan” öğrenmek zorundadır.

S: (L) Fiziksel gerçekliği deneyimlemek istemenin “Düşmek” anlamına geldiğini mi söylüyorsunuz ?

C: Kendi için zevk.

S: (L) İnsan ırkının Cennetsi durumda olduğu süreçte, ruhsal bağlantıyı da muhafaza edecek şekilde fiziksel beden kullanabildikleri bir dönem oldu mu?

C: Evet. Ama uzun sürmedi. Hiçbir bağımlılık daireyi tamamlayacak kadar uzun sürmez.

S: (L) Yani insanoğlu kendini zevklendirme bağımlısı mı oldu?

C: Hızla o hale geldiler.

S: (L) Ruhların bedenlere taşınmasından itibaren cennetten düşüşe kadarki süreç ne kadar sürdü?

C: Ölçülebilir değil. Unutma Laura, bu olay meydana geldiği sırada zaman yoktu. O noktada zaman akışı ilüzyonu ve diğer pek çok yanlışlık mevcut değildi.

S: (L) Yani cennetten düşüşün zamanın da başlangıcı olduğunu söylüyorsunuz.

C: Evet.

***

26 Kasım 1994

S: (L) “Kabil’in damgası” hikayesinin ardındaki asıl olay nedir?

C: Kıskançlığın ortaya çıkışı.

S: (L) İnsanlarda kıskançlığın ortaya çıkmasına neden olan şey neydi?

C: Kertenkele yönetiminin başlaması.

S: (L) Kertenkelelerce ele geçirilme olayı cennetten düşme zamanında meydana gelen bir olay değil miydi?

C: Evet.

S: (L) Habil ve Kabil’in hikayesi o yönetim değişikliğinin bir parçası mıydı?

C: Hikayenin sembolizması.

S: (L) Yani Kertenkelelerin yönetimimizi ele geçirmesini, kıskanmanın başlamasını ve kardeşin kardeşe kötü davranmasını sembolize ediyor, öyle mi?

C: Kısmen. Kabil’in damgası, Kertenkelelerin dünyanın titreşim frekansının idaresini ele geçirmesi sonucu ortaya çıkan kıskançlık özelliğini ifade ediyor. Omurgadaki yumru, Kertenkelelerce kasıtlı olarak yapılan DNA sınırlamasının fiziksel bir kalıntısı. Anlıyor musun?

S: (L) Oksipital çıkıntının olduğu alan mı? Onun altındaki yapılar?

C: Evet.

S: (L) Bu eklenti öncesi omurganın ve kafatasının durumu nasıldı?

C: Omurganın orasında o çıkıntı yoktu. Kıskançlık oradan çıkıyor. Bunu hissedebilirsiniz bile.

S: (L) DNA sınırlandırmasından kaynaklanan bu duygular, Carl Sagan’ın bahsettiği “Sürüngen Beyin”le alakalı mı?

C: Dolaylı olarak.

S: (L) Peki bu Kabil’in damgasının ortaya çıkması sırasında dünyada bu etkiyi almayan başka insanlar var mıydı?

C: Tüm insanlara eşzamanlı olarak eklendi.

S: (L) Fiziksel olarak bunu nasıl gerçekleştirdiler? Bu olayın mekanizması, tekniği neydi?

C: DNA çekirdeği karbonla ilişkili, henüz keşfedilmemiş bir enzimdir. DNA’nın ilk on faktörü ışık dalgalarıyla yakılmak suretiyle iptal edildi. O noktada omurganın tepesindeki yumru da dahil olmak üzere pek çeşitli fiziksel değişimler meydana geldi. Tüm bu değişimler eteriğe de yansıdı.

S: (L) Sormak istediğim şey, o sırada dünyada kaç tane insan olduğu ve bu işlemin her birine teker teker mi uygulandığı? Herkes üzerinde bu değişikliği nasıl yaptılar?

C: Işık dalgasıyla değiştirme.

S: (L) Işık dalgaları DNA’yı etkiliyor mu?

C: Evet.

S: (T) Peki bu ışık dalgalarının geldiği yer neydi?

C: Bizim merkezimiz. Bizim alemimiz. Başkalarına hizmet alemi. Sürüngenimsi varlıklar gelişmiş bir teknoloji kullanarak ışık frekans dalgalarına müdahale etti.

S: (L) Tüm bunlardan anladığım şey şu ki, sanki bir savaş olmuş ve siz kaybetmişsiniz…

C: Evet. Şimdi şunu anlayın: Bunların hepsi doğal Büyük Döngü’nün parçası.

S: (L) Bu doğal Büyük Döngü aydınlık ile karanlık arasındaki etkileşimin bir parçası mı?

C: Evet. Biz evrenin doğal denge sisteminin “ön cephesindeyiz.” 6. Yoğunluk. Yani bir varlığın “Bir” ile tam birliğe ulaşmasından hemen önce bulunduğu yer.

S: (T) Yani biz tüm evrende sürekli devam eden bir mücadelenin parçası olan savaşlardan bir tanesinin içindeyiz, öyle mi?

C: Evet. Denge doğaldır. Unutmayın, tüm bunlar Büyük Döngü’deki derslerden ibaret.

2000 yılı L. Frank Baum’un The Wonderful Wizard of Oz (Oz’un Harika Büyücüsü) adlı romanının yayınlanmasının 100. yıl dönümü. Baum 1919’da ölmeden önce Oz’la ilgili 14 kitap yazmıştı. Arketipik bir yapıya sahip olan bu hikayeye hemen herkes aşinadır, o yüzden bunu tekrarlayarak kimseyi sıkmayacağım. Aşina olmayanınız varsa, yerel video dükkanınıza gidip eserin filminin mevcut olup olmadığını kontrol edin ve biraz mısır patlatın. İzledikten sonra gelip bu sayfayı okumaya devam edin.

Dorothy’nin maceraları, Joseph Campbell tarafından The Hero with a Thousand Faces (Bin yüzlü Kahraman) (1949) adlı eserde özetlendiği şekilde büyük kahramanlarla ilgili efsanelerin klasik hatlarını takip etmektedir:

Kahramanın mitolojik macerasındaki standart yol, bir dönemden bir döneme geçiş ritüellerinde temsil edilen formülün daha büyük bir halidir: ayrılma – inisiyasyon – dönüş. Bu, monomitin (kahramanın öyküsü) çekirdek birimi olarak tanımlanabilir. Bir kahraman günlük hayatın dünyasından çıkıp doğaüstü bir gizem bölgesine girer. Orada inanılmaz güçlerle karşılaşılır ve sonunda kesin bir zafer kazanılır. Kahraman bu gizemli yolculuktan dönerken de artık yoldaşlarına pek çok lütuf sunacak güçtedir.

Kozmogonik döngü, tüm kıtaların kutsal metinlerinde şaşırtıcı bir benzeşimle sunulmaktadır ve kahramanın macerasına yeni ve ilginç bir nitelik kazandırmaktadır. Öyle anlaşılmaktadır ki, efsanelerdeki bu tehlikeli yolculuk “ulaşma” değil yeniden ulaşma, keşif değil yeniden keşif çabasıydı. Aranan ve pek çok tehlikeler atlatılarak elde edilen tanrısal güçlerin her zaman kahramanın kalbinde olduğu anlaşılır. O, Kral’ın oğlu olduğunu öğrenen ve böylece Tanrı’nın oğlu olarak gerçek otoritesini kullanmaya başlayan kişidir. Bu bakış açısından bakıldığında kahraman, hepimizde gizli olan ve bilinmeyi ve hayata geçirilmeyi bekleyen kutsal yaratıcı ve kurtarıcı imgeyi temsil etmektedir.

Spesifik olarak Dorothy büyük ölçüde mitolojik kahraman için belirlenmiş formülü izlemektedir:

Kuzey’in İyi Cadısı Glenda olarak bilinen tanrıça-benzeri bir varlıktan yardım alır,

Bilgiyi, cesareti ve sevgiyi temsil eden çeşitli arkadaşlarla/yardımcılarla karşılaşır,

Tahammül, cesaret, ve aldatıcı koşullarda yolunu görme testlerinden geçer,

Batı’nın Kötü Cadısı şahsında ortaya çıkan kötülüğü yener,

Daha önce sahip olmadığı bir bilgelikle Kansas’a döner.

Oz Büyücüsü’nün yıllar içinde popülerleşen çeşitli siyasi ve yarı-mistik yorumları olmuştur. Bunların birinde Dorothy’nin kendisinin gerçek büyücü olduğu, çünkü herhangi birşeyi başaran tek kişinin o olduğu fikri sunulur. Bir diğerinde Toto, ölülerin kılavuzu, köpek-başlı Mısırlı Anubis’e benzetilir. Dorothy’nin tornadoya yakalanmasına neden olan şey bile Toto’nun hareketleridir. Fakat sonunda Toto Büyücü’nün sahtekarlığını ortaya çıkarır. Sonra, Büyücü Dorothy’yi eve götürmek üzereyken Toto bir kediyi kovalayarak bir kez daha herşeyi altüstü eder ve Dorothy’nin bunu kaçırmasına ve Yakut Terlikleri kullanmasına neden olur.

Bu bağlamda ben Sirius ve Orion konusuyla bağlantı kurma eğilimindeyim. Dorothy’yi Orion takımyıldızında ve komik küçük Toto’yu da onun topuklarında imgeliyorum.

Kansas’ı “dış dünya” ve Oz’u da “iç dünya” olarak gören bir yorum vardır ve buna göre Dorothy’nin işi ikisini bütünleştirmektir ve bu da Büyücü ile Cadı arasındaki dualitenin çözülmesiyle simgelenmektedir. Bu yorum bana göre biraz problemlidir.

İbranice’de Hayat Ağacı’nın karşılığı otz chaim’dir ve yorumculardan biri Kabala’ya dayalı bu hikayeyle ezoterik paralellikler kurar. Acaba bu yorumcu “Baum”un da “ağaç” anlamına geldiğini fark etmiş miydi?

Baum’un 14 Oz kitabında Oz, besin ve diğer ihtiyaçların ağaçlarda yetiştiği ütopik bir cennet olarak tanımlanmaktadır. Hastalığın, yaşlanmanın veya ölümün olmadığı bir diyar. Bundan da fazlası, bir tanrıça tarafından yönetilmektedir: Prenses Ozma.

Fakat Salman Rüşdi, sonraki Oz kitaplarında Baum’un kendisi tarafından bile yeterince açıklanamayan belirli bir çelişkiye işaret etmektedir; Kansas başlangıçta kasvetli ve sıkıcı (tek renkli) bir yer olarak sunulduğu halde, Dorothy’nin harika Oz cennetine geçtikten sonraki tek arzusu Kansas’a geri dönmektir!

Neden?” diye sormak gerekiyor. Onu özleyen Em Hala ve diğerlerini düşünmezsek, Dorothy neden o ıssız, ağaçsız yere dönmek istesin? Neden filmin tüm felsefesi Dorothy’nin “İnsanın evi gibisi yok!” şeklindeki son sözleriyle ifade ediliyor?

Aşağıdaki Kasyopya transkript alıntılarında, Dorothy, Oz ve Kansas’ın şu ana kadarkinden farklı bir bağlamdaki yorumlarına rastlıyoruz. Neden ev gibisi olmadığını ve Dalga’nın bireysel ve kolektif Kırmızı Terliklerimizi etkinleştirmede oynayabileceği büyük rolü bu bağlamda anlamaya başlıyoruz!

11 Mart 1995

S: (L) Bir celsede zamanın Cennetten Düşüş “sırasında” ortaya çıkan bir ilüzyon olduğunu söylemiştiniz ve bunu söyleyiş şekliniz, başka ilüzyonların da olduğunu düşündürdü bana…

C: Değiştirilen DNA’nız nedeniyle zaman sizin için doğruluğu olan bir ilüzyon.

S: (L) Peki diğer ilüzyonlar nedir?

C: Monoteizm; sizden ayrı, mutlak güce sahip bir varlığa inanç. Fiziksel artış gereksinimi. Lineer/doğrusal odak. Tekboyutluluk.

S: (T) Monoteizmle ilgili anahtar kelime “ayrılık” mı?

C: Evet.

S: (L) Bu ilüzyonların bize nasıl empoze edildiğinden, bizim bunları nasıl algıladığımızdan bahsedebilir misiniz biraz?

C: Eğer biri bir kapıyı açarsa ve sen de açılan kapıdan bir küp altın görürsen, altına gitmeden önce kapının arkasında gizlenmiş zehirli bir yılan olup olmadığını düşünür müsün?

S: (L) Altın neyi simgeliyor?

C: Sınırlanmaya cezbolma.

S: (L) Kapı neyi simgeliyor?

C: Sınırlanmaya açılış.

S: (L) Bir küp altın olarak temsil edilen sınırlanma, aslında göründüğü şey değil miydi? Bu bir kandırma mıydı?

C: Yılan nedir?

S: (T) Kertenkeleler mi? (L) Yılan kimdi?

C: Dikkatsizce cazibeye teslim olmanın sonucu; yani, bakmadan atlamak.

S: (L) Yani kapıyı biz açmadık mı?

C: Evet.

S: (T) Kim açtı?

C: Kertenkeleler.

S: (L) Yani diyorsunuz ki, cennetteki cezbolma hikayesi, insanoğlunun cezbedilerek bu realiteye yönlendirilmesinin hikayesiydi. İyi ve Kötünün Bilgisi Ağacı’nın meyvesinin yenmesi de…

C: Cazibeye teslim olmaydı.

S: (L) Ve bu bir kandırmaydı…

C: Hayır! Kandırma diye birşey yok!

S: (L) Ama burada dönen birşey var. (T) Tuzak mı?

C: Hayır! Tuzak da yok. Yaptığınız seçim özgür iradenize müdahale imkanı doğurdu.

S: (T) Bir saniye. Olayın mantığını kaçırıyorum. Düşüşten önce biz kimdik?

C: BH.

S: (T) Ve şu noktada da o zaman gerçekleşen bir şey sebebiyle KH’yız.

C: Evet.

S: (T) Tamam, demek o zaman BH’ydik. Yani Kertenkeleler kapıyı açtı ve tabi bunu bir mecaz olarak kullanıyoruz. Kertenkeleler kapıyı açtı ve bize bir küp altını gösterdiler ve kapıdan geçip ona ulaşmamızı umuyorlardı ve bizi kontrol altına almak üzere kapının arkasında bekliyorlardı. Doğru yolda mıyım?

C: Ummak yanlış fikir.

S: (T) Bizi cezbederek yapmaya çalıştıkları şey neydi?

C: Yapmaya çalışmak yanlış fikir; öğrenme fırsatı için sorgulamaya devam edin.

S: (T) O zaman 3. yoğunluk BH varlıklarıydık. Bu daha önce bahsettiğiniz savaştan sonra mıydı?

C: Savaşın kendisiydi.

S: (L) Savaş içimizde miydi?

C: Sizin üzerinizden.

S: (T) Yani o kapıdan geçip geçmeyeceğimizle ilgili bir savaş… (L) Savaş bizim üzerimizden yapıldı ve biz resmen savaş meydanıydık. (T) Savaş, bizim o kapıdan geçip geçmeyeceğimiz üzerine miydi?

C: Yakın.

S: (T) O noktada BH’ydik. BH ve KH seçeneklerimiz var.

C: Ah TR, savaş her zaman var, önemli olan “ne zaman” seçtiğin!

S: (T) Bu konu Kertenkelelerin ve diğer dünyadışı varlıkların insanlara onları kaçırılmaları ve diğer herşey için izin verdiklerini söyleyip durmalarıyla da ilgili olmalı. O zaman BH’ydik, şimdi KH’yiz.

C: Evet, altına gittiğinizde Kertenkelelere “Merhaba” dediniz ve bundan anlayabileceğiniz herşey.

S: (T) Evet, ben de bu noktaya ulaşmaya çalışıyordum. Kertenkelelerin veya KH güçlerinin kapıyı açtığını söylediniz.

C: Hayır. “Açmak” demeyelim. Sadece sizi kavramaya yaklaştırmak için o ifadeyi kullandık.

S: (L) Tamam, birinin kapıyı “açtığı” kısmı geçelim. (T) Kapı her zaman oradaydı ve her zaman açıktı. Sadece benzetmeyi kavramaya çalışıyorum. Yani BH varlıkları olarak altına gitme ve gitmeme seçeneklerimiz vardı. Altını isteyerek KH olduk çünkü altını istemek KH.

C: Evet.

S: (T) Ve bunu yapmakla 4. yoğunluk Kertenkele Varlıklarının saflarına girmiş olduk.

C: Evet.

S: (T) Bunu yapmakla 4. yoğunluk KH’ye, bize dilediklerini yapma izni mi vermiş olduk?

C: Yakın.

S: (T) Yani bir çok kişi kaçırılmalarıyla ilgili olarak, bizi kaçırmaları için onlara izin verdiğimizi söylediklerinde bunu mu kastediyorlar?

C: Yakın.

S: (J) ” Yaptığınız seçim özgür iradenize müdahale imkanı doğurdu.” demişlerdi. (T) İnsan ırkı olarak özgür irademizle BH’den KH’ye geçtik. (L) Demek insanlık olarak içinde bulunduğumuz bu durumu bir seviyede kendimiz seçtik; Düşen Melek, Lusifer efsanesi. Bu biziz. Altına gitmek için o kapıdan geçmekle düşmüş olduk ve kapıdan geçdiğimizde yılan bizi ısırdı.

C: Ama bu tekrarlanan bir sendromdur.

S: (L) Sadece insan ırkı için sürekli tekrarlanan bir sendrom mu, yoksa tüm yaratılış için de geçerli mi?

C: İkincisi.

S: (L) Varoluş döngüsünün bir parçası olduğu için, tüm varoluşta tekrarlanan bir sendrom mu bu? Yoksa Kızılderililerin Maya dedikleri şey mi?

C: Biri ya da diğeri.

S: (T) Benzetme üzerinden gidelim. Altın bir ilüzyondu. Altın onu algıladığımız şey değildi. 3. yoğunluktaki BH varlıkları olarak bize sunulan bir cezbediciydi…

C: Cezbetme değil, herzaman oradaydı. Dorothy ve Kırmızı Terlikleri hatırlıyor musunuz? Glenda Dorothy’ye ne dedi???

S: (J) İstediğin zaman eve dönebilirsin. (L) Eve gitme gücüne her zaman sahipsin…

C: Evet.

S: (L) Yani her zaman BH olmaya dönme gücüne sahibiz. Üçüncü yoğunlukta bile mi?

C: Evet.

S: (T) “Oz Büyücüsü” filmine atıfta bulunuyorsunuz. Yani bu…

C: 6. Yoğunluk ilhamlı.

S: (T) 6. Yoğunlukta iyi film yapımcılarınız var. Tıpkı filmdeki kırmızı terlikler gibi istediğimiz zaman bizi BH’ye geri götürecek bir yeteneğe sahip olduğumuzu söylüyorsunuz.

C: Evet.

S: (T) Yani bahsettiğimiz tüm bu şeyler, boyut sınırı, dalga, frekansların yükselmesi…

C: “Tornado” boyut dalgası.

S: (L) Dorothy ve tüm hikaye analojisinde olayların başladığı yer Kansas’tı. Oz ülkesine gidiş BH durumu muydu?

C: KH.

S: (L) Yani Oz KH’ydi. Ve Kansas da… tabi fiziksel ortam olarak değil de, Oz deneyimi öncesinde Dorothy’nin zihin durumu olarak BH durumuydu.

C: Evet.

S: (L) Kansas’ın kendisi değil, zihin durumu olarak BH’ydi. Oz’a gidiş ise KH’ydi.

C: Ve Elvira Gulch.

S: (J) Cadıya dönüşen kadın. Dorothy onun yüzünden Oz’da buldu kendini. Köpeği Elvira’nın kedisini taciz etti, Elvira köpeği alıkoydu, sonra köpek kaçtı ve Dorothy de köpeğini korumaya çalışıyordu.

C: Cadı Kertenkelelerdi.

S: (T) Evet, tamam. (L) Yani buradaki mesaj: köpeğinizin Kertenkelelerin kedilerini kovalamasına izin vermeyin! (T) Kasırga. Dorothy kasırga sebebiyle BH durumundan KH durumuna düştü. Doğru mu?

C: Evet. Daha dikkatli analiz edin, bunun için bir mola öneriyoruz.

[Mola ve tartışma]: (T) Kasırgayı BH’den KH’ye geçişe benzetiyorlar. (L) Belki aynı zamanda KH’den BH’ye geçiştir. (J) Evet, birinden diğerine geçmek çok ilginç bir deneyim olmalı. (T) Bu aynı zamanda bir yoğunluk değişimi miydi? Boyut dalgası bir yoğunluk değiştirici olarak tanımlanıyor: yoğunluklar arasında bir pencere. Ama aynı zamanda BH ile KH arasında bir geçiş mi? İçinden geçilen kapı gibi birşey mi var? (F) Aman tanrım! Ne kadar çok olasılık var. (L) Ve eğer KH’ye geçersen kendini farklı bir Dünya’da mı buluyorsun? (T) Kasırganın Dorothy’nin BH durumundan KH durumuna geçişini temsil ettiğini söylediler. Aynı zamanda tamamen farklı bir gerçekliğe geçti. (F) Doğru. (J) Ama birinden diğerine geçiş travmatik olacak. (T) Boyut dalgasından bahsediyorlar… (F) Hangi yönde olduğunun bir önemi olduğunu sanmıyorum. O hikayede o şekilde tanımlanmış. (T) Ama boyut dalgasının yoğunluklar arasında bir geçiş penceresi olduğunu söylüyorlardı bize şimdiye kadar. (J) Doğru. (T) Ama şimdi tornadonun bir boyut dalgası örneği olduğunu söylediler. Ama tornado BH’den KH’ye bir geçişti, üçüncü yoğunluktan dördüncü yoğunluğa değil. (J) İki farklı şey. (F) Doğru ama boyut sınırı geçişi herhangi türde ani bir değişimi temsil ediyor olabilir. (T) Ben de bunu merak ediyorum. Sadece üçüncüden dördüncüye değil, KH’den BH’ye geçiş ve BH’de yeni bir başlangıç anlamına da gelebiliyor mu? Ve dördüncü yoğunlukta tekrar KH’ye geçip geçmeyeceğimiz konusu var. Her zaman BH halinde mi başlanıyor? (F) Hayır, çünkü şu anda bir boyut sınırı geliyor. Bize KH olduğumuzu söylediler sürekli. Boyut sınırının üçüncü yoğunluktan dördüncüye bir geçiş olduğunu söylediler. KH’den BH’ye geçiş olduğunu söylemediler, bunun bizim seçimimiz olduğunu söylediler. (T) Evet ama kasırgayı boyut dalgası olarak tanımladılar ve Oz Büyücüsü’nde kasırga BH’den KH’ye geçişi simgeliyordu. Burada neyi kastettiklerini anlamaya çalışıyorum çünkü bu son derece önemli birşey. (J) “Kırmızı Terlikler” diyorlar sürekli, kasırga değil. (T) Ama daha şimdi söylediler. Kasırga denen şey dalga. (F) Bence bu tamamen farklı bir konu. (T) Ama aynı semboloji. Kasırga onu bir noktadan başka bir noktaya götürdü ve Terlikler onu tekrar A noktasına geri getirdi. İki farklı kavram. (F) Pek çok karmaşık husus var. Ama birleştirmenin bir yolu olmalı. “Terlikleri hatırlayın” dediler. Eve gitme yolunun her zaman mevcut olduğunu söylediler. Glenda Dorothy’ye şöyle diyordu: “Oo, hayır canım, her zaman eve gidebilirsin. Tek yapman gereken ‘İnsanın evi gibisi yok’ demen.” (J) Evet, ama o terlikleri giymen gerekiyor… (S) Kasırga veya dalga beşinci yoğunluğa gidiş gibi işliyor olabilir. Dorothy’nin pencereden olan bitene bakışı bir enkarnasyon incelemesine benziyor. (T) Hayatı gözünün önünden geçti. (F) Evet, boyut sınırı geçişi sırasında pek çok zorlu şeylerin olacağını söylediler. Şimdiye kadar rastladığımız kavramların hepsi çok ilginç. (J) Gerçeklikteki köklü bir değişim. (T) Evet ama filmde Dorothy için bu kasırga yıkıcı bir olaydı, her ne kadar onu fiziksel olarak incitmediyse de. (J) Evet, öyle söylendi. (F) Korktu… (T) Evet, ama bu zihinsel birşey… Zihinsel olarak incindi. Fiziksel olarak incinmedi. (F) Üzerinde düşünülebilecek bir diğer şey de, Dorothy’nin tüm film boyunca hiç fiziksel olarak yaralanmaması. Tüm tehlikelerden hiç incinmeden çıktı. Bir şekilde cadı onun terliklerini hiç çıkaramadı… (T) 1939’da çekilmiş. Eğer film 1995’de yapılsaydı, makineli silahlar, füzeler, elektrikli testereler, ölüler olurdu. Ve hala istediği zaman geri dönebilecekti. Düşünsene, Dorothy Terminatör’le karşılaşıyor. (L) Dorothy ve Teksas Katili. (S) Dorothy Elm Sokağı’na gidiyor. [Kahkaha]. (T) Çocuk masalı ile Stephen King kabusu arasında bir geçiş. (F) Tutucular Oz Büyücüsü’nü şiddetle eleştirdi. (L) Gerçekten mi? Neden? (T) Satanik diye. (F) Evet, bunu Hollywood’un insanları Hıristiyanlıktan ve muhafazakarlıktan uzaklaştırma çabası olarak tanımladılar. (T) Oz Büyücüsü tutucular için kötü. (F) Çünkü Kansas’a dönmek için İsa’nın kanına ihtiyacın yok. (L) Sanırım Sindrella da bu yüzden siyaseten yanlış. (T) Çünkü 60’lardaki tüm sitkomlarda olduğu gibi bir ayağı yerde uyumadı. (J) Nasıl yani? (S) Oz’dan sitkomlara mı geçtik? (J) Bence mecazları karıştırıyorsun. (S) O Uyuyan Güzel’di. (T) Evet, kutudaki Uyuyan Güzel. (J) Ve bir ayağı yerde. (L) Hayır, Pamuk Prenses kutudaydı. (T) Pamuk Prenses kutudaydı. Evet, Disney içinde bir güzelin uyuduğu herşeyi aldı… (L) Uyuyan Güzel’in bir öpücükle uyandırılması benzetmesini düşündünüz mü hiç? (F) Kurbağaya dönen mi? (L) Hayır! (F) A, evet. Kurbağa bir prense dönüyor. (L) O başka bir benzetme. İnsanın kötü bir cadı tarafından içine sokulduğu ilüzyondan uyanması… (F) Ve Sindrella. (L) Ve ayrıca tüm bu peri masallarında bunun nedeni bir seçim ve bir bilgi eksikliği… (J) Rumplestiltskin… (S) Çirkin Ördek Yavrusu… (T) Grimm’in tüm peri masalları çok kasvetliydi. Hepsi üzerinde epeyce temizlik yapılmış. (L) Evet, orijinal Sindrella’da üvey kızkardeş terliğe uysun diye ayağının bir parçasını kesip koparıyor ve Prens damlayan kandan bunu anlıyor. (J ve S) Iııı… İğrenç! (T) Cam terlik ayağını kesmiş olmalı! (L) Bir geçiş sağlayan ayakkabı imgesi… Kırmızı Terlikler ve Cam Terlikler… Hmmm… (T) Bir yere vardık mı? BH’den KH’ye düştüğümüzde Kertişlere şu anda yaptıkları şeyi yapma hakkını verdik. Yani gerçekten bu izni vermişiz. [Molanın Sonu]

C: Tamam.

S: (L) Pekala. Bir noktada biraz kafamız karıştı. Yoğunluk dalgasını temsil eden kasırga, kişiyi üçüncü yoğunluk içindeyken BH’den KH’ye mi geçiriyor?

C: Bir yönü de o.

S: (T) Boyut sınırı yalnızca kişiyi bir yoğunluktan diğerine geçirmekle kalmıyor, aynı zamanda KH ile BH arasında da geçiş yapılmasını sağlıyor, öyle mi?

C: Mümkün.

S: (T) Yani bu Dalga’yı deneyimleyenler, o anda KH bile olsalar, üçüncü yoğunluktan dördüncü yoğunluğa BH olarak geçebilirler, öyle mi?

C: Bazı geçişlerde bu oldu.

S: (L) Yani 3. yoğunlukta veya 4. yoğunlukta insanlar BH ile KH arasında geçiş yapabiliyor… Boyut sınırı veya yoğunluk dalgasının bu geçişinde tüm bu seçenekler mevcut mu?

C: Dalganın yönelimine göre yukarıdakilerin hepsi mümkün.

S: (L) Peki yaklaşmakta olan dalganın yönelimi nedir? Özellikle bizi 3. yoğunluktan 4. yoğunluğa taşımak mı? Bu dalganın işlevlerinden biri bu mu?

C: Evet. Bunu söylemiştik.

S: (L) Bu dalganın bizi 3. yoğunluktan 4.’ye taşıyacağını söylemişlerdi. Görünüşe göre dalgalardan bazıları BH’den KH’ye geçirebiliyor. (T) Bu dalga geçerken, dalganın yönelimi bireyden bireye değişiyor mu?

C: Deniz dalgalarıyla karşılaştırın. Dalgalar tüm doğanın dokusunun bir parçası.

S: (T) Dalganın tepesinde veya dalgalar arasındaki boşlukta olmayla da ilgili birşey mi bu? Dalganın üzerinde nerede bulunduğunla?

C: Hayır.

S: (T) Yani 3. yoğunluktan 4. yoğunluğa geçiş sağlayan bir dalga, bu dalga geçerken sen onun neresinde olursan ol aynı etkiyi yapar, doğru mu?

C: Evet.

S: (T) İnsanları KH’ten BH’ye ve tersine taşıyan dalga için de geçerli mi bu?

C: Veya dalganın “altında da” kalabilirsin.

S: (T) Dalganın altında mı? O zaman hiç hareket edemezsin. (L) Dibe batıp boğulursun ve okyanus çorbasının bir parçası olursun. (T) Sebze çorbası mı?

C: Tavuklu Erişte. [Gülüşme.]

S: (L) Eğer alta gidersen okyanusa gömülüp tüm döngüye baştan başlayacağını düşünmekte haklı mıyım?

C: O kadar basit değil.

S: (J) Bunun hiç basit olmadığını düşünmüştüm ben de. (T) Buna hiç girmeyelim. Ben hala BH’den KH’ye geçişi anlamaya çalışıyorum. Dorothy hakkındaki filmden bahsediyorsunuz. Filmde ona istediği zaman “eve gitmek istiyorum” diyerek veya buna benzer bir yolla eve gidebileceği söyleniyordu. Bu yöntem isterik nöbetler ve karmaşa içinde yaşayıp nadiren gelen bu dalgayı beklemekten çok daha kolay. BH’ye geri dönebilmemiz için 300.000 yıl burada takılmaktan daha kolay ve basit bir yol yok mu?

C: Elbette!

S: (T) Tamam, şimdi birşeye yaklaşıyoruz. Nereye doğru gidiyoruz? Yani bunu yapmanın bir yolu var.

C: Durun bir saniye, 4. yoğunluğa hemen şimdi gitmeye hazır mısınız?

S: (T) Evet, ben hazırım. Hemen şimdi. Eğlence başlasın! JR, eve gidince kedilere mamalarını verirsin! (L) Hemen çekip gitmek, sorumluluk ve anlaşmalarını terk etmek bile KH. (T) Evet, ama 4. yoğunluk KH olmayı tercih ederim! (S) Sen ve Kertenkeleler! (T) Hayır hayır, hemen gitmeye hazır değilim çünkü burada isteniyorum! Her neyse, demek yoğunluk değişim dalgası bu dönüşümü gerçekleştirmenin tek yolu değil, doğru mu?

C: Bir fikir sunuldu.

S: (T) Ve biz de belirli bir frekans oluşturarak dalga geçtiği sırada mümkün olduğu kadar çok kişiyi öteye geçirmek için buradayız ve burada bulunmamızın başka hiçbir amacı yok… öyle mi?

C: Bu özgür iradeye müdahaleyi ima ediyor.

S: (L) Burada bir frekans oluşturuyoruz ve diğerleri de bize katılıp katılmayacakları konusuna bir seçeneğe sahip oluyor… Bu arada, şunu merak ediyorum: Oz Büyücüsü’ndeki Munchkin’ler (cüceler) kimi temsil ediyor?

C: 2. yoğunluk varlıklar.

S: (L) Cadının askerleri kimi temsil ediyor?

C: Nefalim.

S: (L) Otuz altı milyon Nefilim’in Kertişlerin adamı olarak buraya gelmekte olduğunu söylemiştiniz. Konfederasyonun savunma için benzer sayıda bir gücü var mı?

C: Biz o şekilde çalışmıyoruz.

S: (L) Onlarla kendimiz mi savaşmak zorunda kalacağız?

C: Dorothy’yi hatırla… Glenda bizim gibi.

S: (L) Peki Büyücü kim? Canavar veya ABD Devleti mi?

C: Yakın. İlüminati.

S: (L) Maymunlar Grileri mi temsil ediyor?

C: Yakın.

S: (L) Su cadıyı yok etti ve cadı Kertişleri temsil ediyor. Bu durumda biz de Kertişleri yok edebilir miyiz?

C: Bilgi.

S: (L) Ama gezegende bilgiye sahip çok az kişi var. Haklı mıyım?

C: Ne demek istiyorsun? Vakit geldiğinde herkes.

S: (L) Yani zamanı geldiğinde, otuz altı milyon Nefilim’in karşısında tüm gezegen olacak. Gelişleri herkesi uyandıracak mı?

C: Elbette.

S: (L) Ve bilgiye sahip olanlar bunu diğerlerine yayabilir… Herkes onları dinleyebilir…

C: Evet.

Şimdi yukarıdaki bilgilerin pek çoğunu açıklayan, daha yakın tarihli bir celseden bir alıntı yapalım:

28 Ağustos 1999

S: (L) Elimde bu kitap var: Marcia Schafer’ın yazdığı “Confessions of an Intergalactic Anthropologist” (Galaksiler Arası Bir Antropoloğun İtirafları) ve içinde epey bir kanallama materyali var. Söylediği şeylerden biri şu: “Yılan, bilgelik ve yüksek öğrenme ile bağdaştırılır ve mistik çevrelerde çoğu zaman oldukça saygın bir yeri vardır.” Yılanın bilgelik simgesi ve yüksek öğrenmeyle ilgili olduğu fikri üzerine bir yorum rica ediyorum, bu gerçekten de yılanın sembolize ettiği şey mi? Oysa kadim metinlerde yılan kötü niyetli, baştan çıkarıcı şey olarak temsil edilir.

C: Yılandan gözlemcinin bakış açısına göre bahsedilmiş ya da bahsediliyor. Belki de gözlemci yaşadığı deneyimden çok etkilendi. Sizin ölçümünüzle 7000 yıl önce bir çölde ya da büyük bir ormanda yaşıyorken, bu sürüngen “ahbaplar” gümüşi nesneler içinde gökyüzünden inip binlerce yıl sonrasından teknoloji harikaları gösterip, bir de tüm bunların üstüne size kalkülüs, geometri ve astrofizik öğretseler, etkileyici olmaz mıydı?!?

S: (L) Gerçekten de olan bu muydu?

C: Evet.

S: (L) Aslında insanlığın tarihini yazmaya çalışma meselesinde çözmeye çalıştığım sorunlardan biri de bu. Anladığım kadarıyla ya da şöyle diyeyim; literatürden anlamaya çalıştığım kadarıyla “Cennetten Düşüş” öncesinde insan soyu 4. Yoğunluk durumunda yaşıyormuş, bu doğru mu?

C: Yarı yarıya doğru. Zaman/uzay sürekliliği anlamında başka bir alemde 4. Yoğunluk.

S: (L) Peki o halde döngünün bir parçası olarak alem/boyut değişikliği oldu; çeşitli seçimler yapıldı. Tabiri caizse insan soyu “altın”ın peşinde kapıdan içeri girdi ve yine tabiri caizse “dişi enerji” yanlış tarafa yönelip Kertişlerle ittifak kurdu. Söylediğiniz şey bu. Bunun bazı sonuçları oldu: DNA parçalanması, DNA’nın ilk on unsurunun yokoluşu, beynin yarımkürelerinin birbirinden ayrılması…

C: Bunun tek bir sebebi var: Çamurun içinde oynarsan kirlenirsin.

S: (L) İnsanı çamurda oynamaya iten şey neydi? Ne oldu da buna karar verdiler? Bir keresinde “arzuya dayalı dengesizlik” demiştiniz bunun için. Neye duyulan arzuydu bu?

C: Artan fiziksellik.

S: (L) Artan fizikselliğe duyulan arzunun gayesi neydi?

C: Duyumsama.

S: (L) Duyumsama ilk olarak nasıl deneyimlendi? Bu varlıklar fizikselliklerini artırırlarsa daha fazlasını yaşayabileceklerini mi düşündüler?

C: Deneyimlenmedi. Gösterildi.

S: (L) Nasıl ve kim tarafından gösterildi? Kertişler mi?

C: Temel olarak.

S: (L) Ne şekilde gösterildi peki? Şöyle mi dediler: “işte burda, bakın, bir deneyin!” Ya da şunu sorayım: Gösterip yaptılar mı?

C: İkincisi daha yakın.

S: (L) Yapıyorlar, deneylerde bulunuyorlar, oyunlar oynuyorlar ve şöyle mi diyorlardı: “Bakın, ne yapıyoruz, harika bir şey, gelip denemek istemez misiniz?”

C: Pek öyle değil. Daha çok şöyle: “Bizde bu var. Ve bu sizde de olabilir.”

S: (L) “Bu sizde de olabilir” dediklerinde bu kadar arzu edilir gibi görünen şey neydi?

C: Hayal gücünüzü kullanın!

S: (L) Herhangi bir anlayış var mıydı? Artmış fiziksellik vaadi Set tarafından aklı çelinerek Osiris’in kendi tabutuna gönderilmesi gibi miydi? Ki sonrasında tabutun kapağını çivilerle kapatıp onu içeri kilitlediler…

C: Böylesi bir anlayışta bir eksiklik olduğu açık.

S: (L) Kulağa oldukça naif geliyor! Bu anlama kıtlığı bilgi eksikliğinin bir yansıması mı?

C: Elbette. Daha ziyade, arzunun araya girişi…

S: (L) Tamam. “Düşüş” yaşandı. Görünüşe bakılırsa ve bazı arkeolojik çalışmaların da gösterdiği gibi binlerce yıl boyunca varoluşlarına huzur hakim oldu ve tanrıça ya da dişi yaratıcı güçlere tapınılan güzel bir tarım toplumu vardı. En azından, günümüzdeki kitapların pek çoğunun anlattığı bu…

C: Hayır. Bu olaylar sizin ölçümünüzle 309000 yıl önce oldu. “Modern insan” adını verdiğiniz soyun ilk prototipi yaratıldığında yani. Kontrol odakları için bedenler hazırdı, sadece içine “atlamayı” kabul edecek doğru ruh matrisine ihtiyaç vardı.

S: (L) O halde bahsettiğiniz bu zamandan önce, yani bu önceki Cennetsi durum…

C: 4. Yoğunluk gibiydi daha çok.

S: (L) Ama bu fizikselliğin bir derece de olsa mevcut olduğunu ima ediyor. Günümüzdeki insanlarınki gibi görünen bedenler anlamında bir fiziksellik söz konusu muydu?

C: Pek değil. Cevaplayamayız çünkü anlayamayacağınız kadar karışık.

S: (L) Bu şu anlama mı geliyor: Yaşananlar, gerçekleşeceğini varsayarsak, 4. Yoğunluk varlıkları olarak geçeceğimiz muhtemel bedenler de yine anlayamayacağımız kadar karmaşık mı? Bu düşüş öncesi 4. Yoğunluğu andıran durum, fiziksel bedenler bakımından çok karmaşık olduğu için anlayamayacağımızı söylüyorsunuz. Eğer 4. Yoğunluğa geri dönmek bir şekilde 4. Yoğunluktan gelmek gibiyse, geri döneceğimiz durum da şu anda anlayamayacağımız kadar karmaşık, öyle mi? Bu daha önce bahsettiğiniz fizikselliğin değişkenliği ile mi ilgili?

C: Evet.

S: (L) Peki bu düşüş öncesi durumda herhangi bir şekilde Yaratıcıya tapınma ya da dini bir aktivite var mıydı, bu Cennetsi, 4. Yoğunluk durumunda?

C: Kişi konuyla ilgili ipuçlarına sahipse buna gerek yoktur.

S: (L) Burada ulaşmaya çalıştığım, anlamaya çalıştığım şey tanrıçaya ibadetten tanrıya ibadete geçiş. Dişil döngüler olarak ifade edilen döngüsel zaman anlayışından, eril ilke olarak tanımlanan lineer zaman anlayışına geçiş. Bana öyle geliyor ki bunlar zaman içinde Kertişlerin bize empoze ettikleri fikirlere sebep olan kavramların tersine dönme evreleriydi ve bin yıldır bu doğrultuda işliyor. Yaygın deneyim şu şekilde ifade buluyor: Seni kurtaracak senin dışında bir şey bul ve inan, aksi takdirde lanetlenirsin çünkü dünyanın sonu gelecek ve yargılanacaksın. Tüm bunları yapmalarının nedeni, gelip bizim “Kurtarıcılarımızmış” gibi davranacakları ve yönetimimizi ellerine geçirmeye çalışacakları sürece hazırlık. Burada ele almaya çalıştığım konu bu. Neye ibadet edildiğini öğrenmeye çalışıyorum. Tamam, bu insanlar Cennetten düştüler, ama bazı açılardan orijinal kavramlara oldukça yakındılar hala. Tanımladığınız şekilde fiziksel bedenlere girdiklerinde evrene dair kavrayışlarının derecesi neydi? O noktada anlayışlarını biraz olsun koruyabilmişler miydi?

C: Sizin mevcut durumunuzdaki normal kavrayışınız baz alındığında, ciddi bir kafa travmasından sonra kişinin anlayış durumu nasılsa öyle.

S: (L) O halde travmatize oldular; belki bölük pörçük bir şeyler hatırlıyorlardı ama bir anda büyük bölümünü yitirdiler. Hatta binlerce yıldır bir “koma” durumuna bile girmiş olabilirler. Ama uyandıktan sonra, kafalarında dönüp duran o bölük pörçük bilgilerle, parçaları bir araya getirmeye başlayabilirlerdi. Yani hepsini bir araya getirmeye başladılar. Etraflarını saran kozmozla ilgili olarak bir araya getirdikleri ilk parça neydi?

C: Seks.

S: (L) Seksle ilgili olarak ne karar verdiler ki? Yani, demek istediğim seks zaten vardı, yapıyorlardı vesaire. Kastedilen bu mu? Yoksa kozmozu seks olarak mı anlıyorlardı?

C: Daha çok birincisi. Sonuçta sizi en başta tüm bu karmaşanın içine koyan şey seksti! Yaptıkları pazarlama işini gözünüzün önüne getirin: “Bakın, ne kadar eğlenceli! Denemek ister misiniz?!? Hay aksi, size geri dönüş olmadığını söylemeyi unuttuk!”

S: (L) Gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Bir şekilde hep ima edilen önemli bir konu, tamam, biliyorum. Ayrıca bütün dinlerde ve mitolojilerde doğrudan sözü de ediliyor ama seksin nasıl olup da bir “düşüş”ün yöntemi olarak kullanıldığını anlamıyorum. Bunun yöntemi nedir? Sekste ne tür bir enerji üretiliyor? Nasıl üretiliyor? Bu enerjinin kullanılması veya yanlış kullanılması kavramı nedir?

C: Fiziksel anlamda bir tür kendi kendini tatmin kavramının sunuluşu.

S: (L) Pek çok kere, ideal olanın, fiziksellik ile ruhsallığın mükemmel bir dengede olmasıdır demiştiniz. Pek çok kere söylendi bu. Şimdi, fiziksel bedenin kendini tatmini nasıl olur da kişinin tuzağa düşmesinin yöntemini oluşturur? Güzel bir şeye bakmak da haz değil midir? Güzel bir şeye bakmak, müzik gibi güzel bir şeyi dinlemek, sevilen kişinin teni ya da ipek gibi dokunması zevk veren bir şeye dokunmak yanlış mı, günah mı ya da düşüşün bir şekli mi? Üstelik insanoğlunun zevk aldığı bu tür şeyler çoğu zaman onları spiritüel bir hale yükseltir.

C: Burada anahtar husus sahip olmak. KH’de sahip olursun. Güzel çiçeklerle, ipekle ya da bir başkasının teniyle etkileştiğinde ama sahip olmaya çalışmadığında…

S: (L) Bana öyle geliyor ki seks de dahil olmak üzere tüm bunları sahip olma ihtiyacı ya da arzusu olmadan, sadece vermek amacıyla deneyimlemek mümkün. Ki bu durum neden bir “düşüş” nedeni oluyor hala anlamıyorum.

C: Eğer arzulanıyorsa, o zaman mekanizma vermek üzerinden işlemez. Mideye vermek iyi olur düşüncesiyle mi çikolata yersiniz? KH’de, ki sizin aleminizin bir KH alemi olduğunu unutmayın, kişi vermenin ortaya çıkardığı hoş duygulardan dolayı verir.

S: (L) Şöyle de denemez mi: Eğer varolan herşey Tanrı’nın bir parçasıysa, ki buna beden de dahil, kişi vermeye çok fazla takılmadan bedene bir şey verirse bu “Herşeye” bir şey vermek sayılmaz mı?

C: Süreci açıkla.

S: (L) Örneğin acı çekmekten hoşlanan insanlar var. Bedenin günahkar olduğunu düşünüyorlar. Kertişlerin kurumsallaştırdığı büyük şeylerden biri bu. Yüzyıllarca insanların eziyet çekmesini istediler, seksi, güzel ve arzu edilir olan herşeyi reddetmek gerekliliğini ve bu ızdırabın tadını çıkarmayı önemli bir konu haline getirdiler. Ve aslında, kişiyi…

C: Eğer ızdırap çekmenin arayışındalarsa, bunu gelecekte onları bekleyen bir ödül için yapıyorlar. Sonunda bir şeye sahip olmayı arzuluyorlar.

S: (L) Söylemeye çalıştığım şu: eğer kişi yaptıkları ve oluşuyla, sadelik içinde, sadece OLURSA ve yaptığı herşeyde, örneğin sokakta yürürken havayla, gün ışığıyla, kuşlarla, ağaçlarla ve diğer insanlarla bir oluyorsa, bu bir olma durumu, tüm bunları deneyimlemesi için kendini evrene kanal olarak sunduğu için, bir yerde evrene bir şeyler vermek anlamına gelmez mi?

C: Eğer kişi bu “bir oluşu hissediyorsa”, hayır.

S: (L) Neysek oyuz. Doğa doğadır. İlerleme ilerlemedir. Ve eğer insanlar sadece biraz gevşeyip dürüstçe ne ya da kimseler öyle olurlarsa ve başkalarının özgür iradesine müdahale etmeden doğalarının gerektirdiğini yaparlarsa, bu herhangi bir beklenti ya da arzuyla bir şeyler yapmaktan daha saf bir varoluş şekli değil midir; sadece OLMAK, istememek… sadece OLMAK?

C: Evet, ama KH bunu yapmaz. Hepiniz KH’siniz. Öyle olmasaydı, şu an olduğunuz yerde olmazdınız.

S: (A) KH modunda mutlu olanlar var, bir de KH modundan çıkmaya çalışanlar…

C: BH adayları.

S: (A) Ve BH adayları sadece OLMAK gibi bir seçeneğe sahip değiller, teorik olarak bile değiller çünkü o zaman KH onları yer.

C: Hayır.

S: (L) Neden hayır?

C: KH bir protokole göre yemez. KH istediği herşeyi yer, eğer yiyebiliyorsa.

S: (L) Söylediğimiz de bu. KH dünyasında bir BH adayı isen, temel olarak savunmasızsındır ve KH seni yer.

C:Hayır.

S: (L) Neden? BH’yi kullanılamaz ya da “yenilemez” yapan nedir?

C: Frekans rezonansının uyumlu olmaması.

S: (A) Ama o zaman sadece herşeyi ve herkesi sevmemizi söyleyen tüm o insanlar haklı. Sadece ol, sev, hiç bir şey yapma, herşeyi Kertişlere ver… Haklılar!

C: Hayır, çünkü onların motivasyonları KH.

S: (L) Herkesi ve herşeyi sevmek ve sadece vermek nasıl KH olabilir ki?

C: İyi hissettiriyor.

S: (L) O halde, bunu yapmak istiyorlar çünkü iyi hissettiriyor, öyle mi?

C: İstemek bir KH kavramıdır.

S: (L) O zaman şunu söylüyorsunuz, işin sırrı hiç bir şeye, hiç kimseye bağlanmamak, hiç bir şey yapmamak ve sadece hiçliğin içinde yok olup gitmek mi? Düşünmek yok, istemek yok, yapmak yok, hiçbir şey yok!

C: Eğer KH iseniz, bu size uymaz ama eğer bunu gerçekten yaparsanız bu enerjinin uyumlu olduğu bir BH gerçekliğine reenkarne olursunuz.

S: (L) Ama eğer hiçbir şey haline gelirsen nasıl reenkarne olursun? Bu arada, “reenkarne” olmaktan bahsetmeniz bir beden içinde olmayı çağrıştırıyor!

C: Hiçlik olmazsın.

S: (L) Ama enkarne olmak bir beden içinde olmak anlamına gelmiyor mu?

C: Hayır.

S: (L) Başka bir yoğunluğa geçmenin illa ki bir beden içinde olmayı gerektirmediğini mi söylüyorsunuz?

C: Yakın. Ama 4. Yoğunluk BH kısmen fizikseldir. Tüketmez ve sahip olmaz. Kafanız karışık çünkü BH adayı olmak için BH olmanız gerektiğini düşünüyor gibi görünüyorsunuz. KH’siniz ve reenkarne olmadıkça ya da yoğunluk sınırı geçişinde dönüşmedikçe başka türlü olamazsınız.

Dalga’nın diğer çeşitli yönlerini ortaya koyan bir sonraki tartışmaya geçerken, mitolojik arketipler konusuyla olan garip bir benzeşime rastlıyoruz. The Hero with a Thousand Faces’da Joseph Campbell, Kahraman Yolculuğu’ndaki ilk evrelerden biri olan “maceraya çağrı”yı tanımlıyor.

Uzun, çok uzun zaman önce, dilemenin hala bir sonuç verebildiği zamanlarda, kızlarının hepsi çok güzel olan bir kral yaşamış. Ama en küçük kızı o kadar güzelmiş ki, pek çok şey görmüş olan güneş bile onun yüzüne parladığı her defasında hayretler içinde kalıyormuş.

Bu kralın şatosuna yakın bir yerde büyük karanlık bir orman varmış ve ormanda yaşlı bir ıhlamur ağacının altında bir pınar varmış. Hava çok sıcak olduğunda kralın küçük kızı ormana gidip serin pınarın kenarında otururmuş. Vakit geçirmek için bir altın topu havaya atar, sonra da yakalarmış. En sevdiği oyuncağı buymuş.

Birgün havaya attığı altın top Prenses’in havadaki küçük eline değil de yere düşmüş ve doğrudan suya yuvarlanmış.

 

Prenses topu takip etmiş ama top gözden kaybolmuş. Pınar o kadar derinmiş ki dibi görünmüyormuş. Bunun üzerine Prenses ağlamaya başlamış ve giderek daha fazla gürültüyle ağlamış. Teselli bulamamış. Bu üzüntü içindeyken birinin ona seslendiğini duymuş: “Sorun nedir Prenses? Öylesine ağlıyorsun ki, bir taş bile senin haline üzülür.”

Prenses sesin geldiği yere dönmüş ve tombul çirkin kafasını suyun üstüne tutan bir kurbağa görmüş. “Ah, sensin yaşlı Su Cumburlopu. Pınara düşen altın topum için ağlıyorum.”

Sakin ol, ağlama” diye yanıt vermiş kurbağa. “Sana kesinlikle yardımcı olabilirim. Ama eğer oyuncağını sana geri getirirsem bana ne vereceksin?”

Ne istersen sevgili kurbağa. Elbiselerim, incilerim ve mücevherlerim, hatta taktığım altın taç.”

Kurbağa: “Elbiselerini, incilerini ve mücevherlerini ve altın tacını istemiyorum. Ama eğer bana bakarsan, arkadaşın olmama, küçük masanda yanına oturmama, küçük altın tabağından yememe, küçük fincanından içmeme, küçük yatağında uyumama izin verirsen, eğer bana bunlar için söz verirsen hemen gidip altın topunu getiririm.”

Tamam” demiş Prenses. “İstediğin herşey için söz veriyorum, yeter ki topumu bana geri getir.” Prenses içinden de şöyle geçiriyormuş: “Bu küçük kurbağa nasıl da konuşuyor! Oradaki suyun içinde yaşıyor ve asla bir insanın arkadaşı olamaz.”

Kurbağa Prenses’in sözünü alır almaz kafasını batırıp suya dalmış. Bir süre sonra da ağzında topla geri gelmiş ve topu çimene atmış. Prenses güzel oyuncağını görünce çok sevinmiş. Topu alıp kaçmaya başlamış. Kurbağa “Bekle, bekle” diye seslenmiş. “Beni de yanına al; ben senin gibi koşamam.” Prensesin arkasından nefesi yettiğince bağırmasına rağmen, Prenses hiç umursamayıp aceleyle eve gitmiş. Herhalde pınara geri zıplamış olan zavallı kurbağayı da kısa süre içinde tamamen unutmuş.

Bu bir maceranın başlama biçimlerine bir örnektir. Görünüşe göre tamamen tesadüfi bir şekilde yapılan bir hata, umulmadık bir dünyanın kapılarını aralar ve birey tam olarak anlaşılamayan güçlerle bir ilişkinin içine çekilir. Yapılan hata kadersel bir başlangıç olabilir.

Bu peri masalında topun kaybolması prenses için birşeyin yaklaşmakta olduğuna dair ilk işaret. Kurbağa ikinci işaret ve unutulan söz de üçüncüsü. … Kurbağa, yani küçük ejderha, başı Dünya’yı tutan ve cehennemin yaratıcı yarı-tanrısal güçlerini temsil eden yeraltı şeytanının küçük bir temsilidir. (Campbell, 1949)1

Bunun konumuzla nasıl bir bağlantısı mı var?

Maceranın habercisi genellikle karanlık, iğrenç veya korkutucudur ve insanlar tarafından kötü diye tanımlanır. Bu haberci takip edildiğinde, gündüzün duvarları içinden mücevherlerin parıldadığı bir karanlığa doğru bir yol açılır. Veya haberci kendi içimizdeki bastırılmış içgüdüsel yaratıcılığın hayvani bir temsili veya örtülü, gizemli bir varlıktır; bilinmeyen. … İster hayal ister efsane olsun, bu maceralarda aniden ortaya çıkan ve biyografide yeni bir dönemi, yeni bir aşamayı temsil eden kişiyle ilgili karşı konulmaz bir çekicilik atmosferi vardır. Yüzleşilmesi gereken ve (bilinçli kişilik açısından gizemli, şaşırtıcı, hatta korkutucu olmasına rağmen) bilinçaltına bir şekilde çok aşina gelen şey kendini belli eder ve daha önce anlamlı olan şeyler garip bir şekilde anlamını yitirir: altın topun kuyuda kaybolmasıyla birlikte kralın çocuğunun dünyasının anlamını yitirmesi gibi.

Ardından, kahraman bir süre sonra kendi normal işlerine dönse de bunlar artık tatsız gelebilir. Çağrı artık karşı konmaz hale gelinceye kadar işaretlerin gücü artmaya devam edecektir. (Campbell, 1949)

Görünüşe göre Dalga’nın gelişiyle ilgili olarak da böyle sembolik bir haberle karşı karşıyayız…

18 Mart 1995

S: (L) JR ve benim bir sorumuz var. Hilliard kurbağaların gezegenden kaybolduklarını söyledi.

C: Ozon tabakası.

S: (L) Ozon tabakasının incelmesinden dolayı kızarıyorlar mı?

C: Kızarmak mı?

S: [Gülüşme] (L) Kurbağa bacağı isteyen? (J) Nereye gidiyorlar? (T) Ozon tabakası seyreliyor ve onlar da bunun etkilerini ilk yaşayanlar mı?

C: Evet.

S: (J) Nereye gidiyorlar? (T) Bir yere gitmiyorlar, ölüyorlar. (F) Üreyemiyorlar.

C: Evet.

S: (B) Derileri çok hassas. (T) Yakında hepimizi etkilemeye başlayacak.

C: Herşey gerçeklikleri birleştiren dalganın etkileri.

S: (L) Eğer kurbağalar üzerinde bu etkiyi yapıyorsa, daha da güçlendiği zaman bizim üzerimizde nasıl bir etki yapacak?

C: Bekleyin ve görün.

S: (L) Hadi ama! Bu kulağa pek hoş gelmiyor. Bu konuda bize biraz daha bilgi vermeniz gerekmiyor mu? Bir ipucu?

C: Hayır.

S: [Gülüşme] (T) Ozon tabakasının erimesinin, yaklaşan dalganın doğrudan bir sonucu olduğunu mu söylüyorlar? (J) Evet, aynen öyle! (T) Florokarbonlardan dolayı değil mi?

C: Yanlış yorum, cümleyi dikkatli bir şekilde tekrar inceleyin.

S: (J) Ozon tabakasının seyrelmesi, frekans değişiminin bir parçası mı?

C: Yakın.

S: (L) Birleşen gerçekliklerle ilişkili.

C: Evet.

S: (L) Dalga gerçekliklerin birleşmesine mi neden oluyor?

C: …Ve üçüncü yoğunluğu çok çeşitli şekillerde etkileyen şeylere neden oluyor ve böylece çemberi kapatıyor.

S: (L) Bu yalnızca bir belirti mi?

C: Evet.

S: (T) Ama ozon kaybı ile yaklaşan Dalga arasındaki ilişki… belki de Dalga ozon kaybına doğrudan neden olmuyordur. Belki Kertişler Dalga’nın yaklaşması nedeniyle acı meydana getirmek ve ortaya çıkan negatif enerjiden beslenmek için insanların ozon tabakasının kaybına neden olacak şekillerde davranmasına neden oluyordur. Yani Dalga Büyük Döngü’nün kapanması için meydana gelmesi kaderleşmiş olan şeylere neden oluyor olabilir.

C: Yakın.

S: (L) Kurbağaların ölmesi de bunun bir parçası mı? Zavallı küçük kurbağalar… Kurbağaları severim…

C: “Gezegensel Değişimler” de bunun bir parçası.

S: (J) Ozon tabakasının seyrelmesi, bu denklemde dalganın işlevi için gerekli bir unsur mu?

C: Üçüncü yoğunlukta önemli.

Bu son söylenen şey çok ilginç. Kasyopyalılar Ozon tabakasının seyrelmesinin bir nedenle gerekli olduğunu, bu fenomenin yeni oluş durumuna bir etki edeceğini, hatta belki önemli bir etki edeceğini söylüyor gibi görünüyor. Bu bölümün başındaki bir alıntıyı hatırlayın:

C: DNA çekirdeği karbonla ilişkili henüz keşfedilmemiş bir enzimdir. DNA’nın ilk on faktörü ışık dalgalarıyla yakılmak suretiyle iptal edildi. O noktada omurganın tepesindeki yumru da dahil olmak üzere pek çeşitli fiziksel değişimler meydana geldi. Tüm bu değişimler eteriğe de yansıdı. Işık dalgasıyla değiştirme.

S: (L) Işık dalgaları DNA’yı etkiliyor mu?

C: Evet.

Ozon tabakasındaki değişiklikler, güneşten gelen ve atmosferden geçen radyasyon miktarındaki bir farkı yansıtıyor. Ama devam edelim:

S: (J) Yani üçüncü yoğunluktan dördüncüye doğal ilerleyişin bir parçası, öyle mi?

C: “Yansıma” kelimesini kullanmayı deneyelim, bakalım bu zihninizdeki “ampülleri yakacak mı”? Üçüncüden dördüncüye ve tersi. Gelen dalga, üçüncü yoğunluktan dördüncüye bir dönüşüm. Dolayısıyla da dalganın yaklaşması nedeniyle meydana gelen olaylar, yoğunluklar ve gerçeklikler arası değişikliklere neden oluyor! Üçüncü yoğunlukta üçüncü yoğunluk açıklamaları olan değişiklikler göreceksiniz, ama aslında bunlar dalganın yaklaşmasının bir etkisi; siz bunları üçüncü yoğunluk olarak görüyorsunuz çünkü sizin şu andaki referans noktanız bu! Unutmayın ki herşeyin tüm yoğunluk seviyelerinde bir yansıması vardır ama aynı zamanda dalga geldiğinde de bir birleşme meydana gelir ve bu da boyut sınırı geçişidir!!!!!!

Gezegenimizde meydana gelen herşeye, çok negatif ve rahatsız edici olarak algıladığımız şeylere, Dalga’nın “çekilme aşaması” olarak bakmamız gerekiyor muhtemelen. Negatif güçler çok zarar verici olmasına niyet ettikleri birşeyi uygulamaya koyduklarında, bu şey içsel olarak BH kalıbına göre yapılanmış bireylerle etkileşime girdiğinde, negatif eylem çok faydalı birşey haline gelebiliyor, her ne kadar enerjinin göndericisinin planladığı şey bu olmasa da! “Zehrin bala dönüşmesi” fikri geliyor akla.

Duruma bu şekilde baktığımızda ve KH yolunun en büyük zayıflığının yanıltıcı “arzulu düşünüşleri” olduğunu anladığımızda, belki de herşeyin olması gerektiği gibi olmakta olduğunu anlayabiliriz. İstenen sonucu elde etmek üzere Yeterli Temas Potansiyeli Farkı’nın2 meydana getirilmesi için önce bir tür kritik negatiflik kütlesine ulaşılması gerekiyor!

Bu husus dikkate alındığında ve negatif enerji içsel olarak BH yapılanmasına sahip bireylerle etkileşime girdiği zaman en başta sanki korkunç birşey oluyormuş gibi görünmesine rağmen iyi birşeye hizmet edebilmesi (öldürmeyen darbe güçlendirir) durumu göz önünde bulundurulduğunda, içsel olarak KH yapılanmasına sahip negatif varlıklara birileri tarafından sevgi ve ışık gönderildiği zaman da bunun tam tersinin meydana geldiğinin de düşünülmesi gerekir. KH yapılanmalı varlıklara sevgi ve ışık gönderilmesi onları iyi varlıklar haline getirmediği gibi, onları daha güçlü ve daha kötü hale getiren bir besin işlevi görüyor sadece! Michael Topper “Channeling, UFOs and Positive/Negative Realms Beyond This World” (Kanallama, UFO’lar ve Bu Dünyanın Ötesindeki Pozitif/Negatif Alemler) adlı makalesinde şu tanımlamaları yapıyor:

Ne zaman gerçek ve kasıtlı bir negatifliğin olası varlığı yaklaşsa, belirli bir “New Age” zihniyetinin döndüğü alternatif eğilim, bir ölçüde “Hıristiyanımsı” diye tanımlanabilecek taktiğe olan bir eğilimdir: İyi Örnek olma yoluyla, serserileri yaptıklarının yanlışlığını anlayana kadar sevgi bombardımanına tutmak. Bu tür ‘diğer yanağını çevirişler’ elbette pratikte özel bir yöntem olarak kullanılmaktadır çünkü aynı tutum gündelik işlerde nadiren kullanılır. Bu örnek oluşun nispeten samimi olduğu durumda bile, bu tutum ölümcül derecede ahmakçadır, çünkü onlar (KH) “sizin sevginizi istemiyor.”

Üst Yoğunlukların negatifliği bilinçli bir negatifliktir; bütünsel yönelim olarak diğerlerinin sevgisinin reddini seçmiştir ve dolayısıyla pozitif olarak yönlendirilmiş iyi niyet ışınlarına gizli bir şekilde “yanıt verecek” bir bilinçaltı alıcılık kalıntısına sahip değildir (bu ışın aynı iyi niyetli yol göstericiliği hayatın diğer tüm alanlarında tutarlı bir şekilde uygulayan samimi bir iradeden çıksa bile).

Gerçekten de burada bundan daha derin bir anlam vardır. Bu tür nadir ve gerçekten ruhsal olan negatiflik karşısında böylesine geleneksel bir yol göstericiliğin benimsenmesi basit bir “başarısızlıktan” daha kötü sonuçlar doğuracaktır. Ruhsal ilkeler ve dini kurallar geniş bir bağlamda değerlendirilmeli ve bilincin adapte edilmesi gereken üst seviyelere “özgü” bilgi türlerine göre geliştirilmelidir.

Bu noktada “herkesi aynı şekilde sevmek” ve “tüm varlıkları kutsamak” ilkesinin terk edilmesi gerekmiyor ve “saf ruhsal kötülüğün gerçekten mevcut olması” hafifletici koşulundan dolayı nefrete ve savaşa dönmenin birden “makul” olduğunu anlamamız gerekmiyor. Evrensel Sevgi bir şekilde her zaman temel bir ilkedir ama [KH varlıklarına] “sevgi titreşimi” yollamak tamamen nafile bir çaba olması yanında, ardındaki felsefe, mesajların korkunç derecede yanlış anlaşılmasına katkıda bulunur…

Peki şimdiye kadar bu yoğunluğa sunulan “düşmanını sev” türündeki genel Öğreti’nin kılavuzluğuna dayalı olarak ne “yapmamız” gerekiyor? Eğer “düşmanını sev” ilkesi, bu masum yaklaşımın meydana getirdiği davete aslında can atan gerçeklik düzlemlerindeki varlıkların oluşturduğu örümcek ağı pususuna düşülmesini muhtemel hale getiriyorsa, bu ilkeyi nasıl yorumlamalıyız, hatta bir bütün olarak Sevgi ilkesini nasıl anlamalıyız?..

Eğer “Tanrıyı tüm kalbinle sev” şeklindeki ruhsal ilke 3. yoğunluk bilinci için aşina bir referanssa, saf ruhsal negatiflik karşısında bu ilkeler nasıl değerlendirilmeli? Böyle bir koşul, “düşmanlarını sev”, “komşunu kendin gibi sev” gibi doğal emir ve kabullerle nasıl yanyana bulunabilir?

Sevginin tümsel ifadesini Tek Sonsuz Yaratan’ın Sevgisi olarak kabul ettiğimizde, Sevginin özü, kişisel olmayan, küresel bir değer olarak etrafa dağılır ve bir çaba veya özel bir yönlendirme olmadan her formun kendi iradesine bağlı olarak alacağı veya almayacağı bir şekilde yayılır. Böylece bu sevginin varlığı, çok sayıdaki “pozitif” veya negatif” varlıkların koşullu varlığıyla karıştırılmaz. “Ver ve al” mekaniğiyle de karıştırılmaz. Bu tekniklerin hepsi, 3. seviye psikoloji kompleksinde yaygın olan, zihnin göreceli tanımlamalarıdır ve bu seviyenin psikolojisi Sevgi öğretisini kendi koşullarının sınırlamaları içinde kabul eder ve bu koşullarda anlaşıldığı şekliyle sevgi, “borçluluklar” ve “yükümlülükler”den oluşan boğucu bir kavramsal atmosfer teşkil eder.3

Bu bölümü bitirmeden önce, bu Dalga Olayı’nın ne kadar garip olabileceği ile ilgili bize biraz daha ipucu verecek birkaç alıntı daha yapmak istiyorum. Üçüncü Türle Yakın Karşılaşmalar’ın [ç.n. Steven Spielberg’ in 1977 tarihli filmi] sonunu hatırlayın; Bermuda Şeytan Üçgeni’nde kaybolan pilotlar sanki uzaylılar tarafından geri getirilmiş gibi uzay aracından çıkıyorlardı. Az da olsa bir gerçekliği olabilecek tuhaf bir imgelemeydi. Az öncekiyle aynı celseden yapılan şu alıntılara gözatın:

S: (L) Bazı uçakların, insanların ve gemilerin Bermuda Üçgeni’nde kaybolmasının nedeni nedir? Nereye gidiyorlar ve onlara ne oluyor? Atlantis piramitlerinin zaman zaman EM dalgaları değişimlerine neden olduğunu söylediğinizi biliyorum ama bu insanlar ve şeyler kayboldukları zaman nereye gidiyorlar?

C: Paralel gerçekliğe.

S: (L) Bu paralel gerçeklik, paralel bir dünyada olmak gibi mi?

C: Hayır.

S: (L) Paralel gerçeklikten neyi kastediyorsunuz?

C: Koşullara göre değişir.

S: (L) Meşhur Flight 19’a ne oldu?

C: Hala anlamaya çalışıyorlar.

S: (L) Ouuuuu! (J) Ou, aman tanrım! Korkunç! Hala kayboldukları yerdeler. (T) Paralel bir realitedeler… (L) Zamanın olmadığı… (T) Okyanus üzerinde, zaman ve mekanın donduğu bir realitedeler, doğru mu?

C: Onların düşünce referansıyla; “kayıp ruhlar” olmak gibi.

S: (L) Aman tanrım! Zamanda bir noktada “takılı kalmış” durumdalar, öyle mi? (J) Aynen öyle.

C: Bingo!

S: (L) O yerden kurtulup bizim gerçekliğimize geri dönme olasılıkları var mı?

C: Elbette. Unutmayın, dalga yaklaşıyor ve “yaklaştıkça” giderek daha fazla sıradışı olaylar meydana gelecek. Örneğin ekin çemberleri.

S: (L) Bu insanların o paralel gerçeklikte sıkışıp kaldıkları yerden kurtarılıp asıl gerçekliklerine dönmeleri için herhangi birinin yapabileceği herhangi birşey var mı?

C: Evet, ama bunun teknolojisi çok sıkı saklanan bir sır.

S: (L) Bu sırrı biliyor musunuz?

C: Evet, ama siz de biliyorsunuz!

S: (L) Ben de mi?

C: Philadelphia Deneyi.

S: (L) Hazır Philadelphia Deneyi’nden bahsetmişken, bize spesifik ayrıntılarıyla bunun nasıl olduğunu anlatabilir misiniz? Ne tür makineler kullanıldı ve bu makinelerden bir tane nasıl yapabiliriz? [Gülüşme]

C: Burada bir-iki gün boyunca oturmak mı istiyorsunuz?

S: (J) Yani bize bunun bilgisini vermeniz bir-iki gün mü alır? (T) Evet, vaktimiz var. Kalem kağıt getirin. Bir diyagramla başlayalım… [gülüşme]

C: Kısacası, bir EM jeneratörü yapın. […]

C: Şimdi Flight 19 hakkında biraz daha bilgi. Birkaç yıl önce bir grup araştırmacı o uçakları bulduklarını iddia etmişlerdi ve sonra da iddialarını geri çekmişlerdi, hatırlıyor musunuz?

S: (L) Evet. [Herkes katılıyor.]

C: Bu size ilginç geldi mi?

S: (S) Evet, çünkü buldukları uçaklar kayıp olduğu bildirilen uçaklar değildi. (T) Evet. (L) Bunda ilginç olan nedir? (J) Neden iddialarını geri çektiler? (S) Buldukları uçaklar neydi?

C: Evet, olayın ayrıntılarını ve araştırma grubunun üç üyesinin nasıl bir psikiyatrik yardıma ihtiyaç duyduğunu bilseydiniz…

S: (L) Anlatın!

C: Sabır; anlatıyoruz ama kavrayabilmeniz için yavaş olmamız gerekiyor… Buldukları şey, tanıma uyan beş uçaktı ve okyanusun dibinde mükemmel bir geometrik şekilde “dizilmişlerdi” ama seri numaraları uyuşmuyordu. Şimdi, ilk gizem: beş Avenger uçağının kaybolmasına dair başka bir olay yoktu. İkincisi: Uçakların iki tanesinde, üzerinde numaraların bulunması gereken panellerde “hiyeroglifler” vardı ve paneller tuhaf bir ışık yayıyordu. Üçüncüsü: Uçaklardan birini yukarı çıkarmaya çalışırlarken, halata bağlı olan bu uçak gözden kayboldu, sonra tekrar göründü, sonra tekrar kayboldu ve sonra tekrar göründü ve sonunda halattan kurtularak tekrar dibe düştü. Dördüncüsü: Keşif dalgıçlarından üçü, dipteki uçaklardan birinin içinde geçici olarak 2. Dünya Savaşı’ndan canlı insan görüntüleri gördü ve bunu kamerayla kaydettiler. Son olarak: O zamandan beri uçaklardan üçü kayboldu. Tabi ki tüm bunlar bir sır olarak saklanıyor!

S: (S) Acaba o uçaklar nereden geldi? (L) Evet!

C: Paralel gerçeklik. Gördüğünüz gibi, birşey başka bir gerçekliğe geçtiği zaman, “düşünce düzlemi” denebilecek bir duruma girmektedir ve o gerçeklik yanlış algılandığı sürece pencere açık kalmakta ve her tür olasılıkla ilgili algılar geçici olarak somut gerçeğe dönüşmektedir; çünkü düşünce düzlemi maddesi her zaman akışkandır.

S: (L) Yani gördükleri şey, paralel bir gerçeklikten bir pencere aracılığıyla bizim gerçekliğimize giren bir “Flight 19” muydu?

C: Yakın.

S: (L) Bu, bizim “Flight 19″u kaybetmemizle ilişkili miydi? Gerçeklikler arasında bir alışveriş mi oldu?

C: Gerçekliği etkileyen şey düşünce kalıplarıdır. O pencere açıldığında, geçici olmakla birlikte tüm düşünceler fiziksel gerçeklik haline gelebilir.

S: (L) Yani orada o dalgıçların ve araştırmacıların düşünceleri fiziksel gerçeğe mi dönüştü?

C: Ve diğer herkesin.

S: (T) Araştırmadaki herkesin mi?

C: Gezegendeki herkesin.

S: (T) Araştırmacıların o uçakları bulacağına inanmayanların düşünceleri bile mi?

C: Evet. Araştırmacılar bulmayı umdukları şeyi buldular, ama herkes haberi duyduğunda, ortaya çıkan hakim düşünce kalıbına göre başka şeyler meydana gelmeye başladı.

S: (L) Yani biri bulunan şeyin Flight 19 olduğuna inandığında göründü ve biri inanmadığında da kayboldu, öyle mi?

C: Evet.

S: (J) Aman tanrım! (T) Ben habere inanmamıştım… (L) Demek haklı çıktık! (F) Zavallı üç adamı hastanelik ettik. (T) Uçakların görünmesinin nedeni… uçaklar tam görmeyi bekledikleri biçimde karşılarına çıktı… Normalde o şekilde dibe inmiş olamazlardı. Araştırmacılar bundan birşeyler anlamalıydılar. O uçakların dipte düzgün bir dizilimde bulunduğuna dair haberi duyduğumda bu kafamı karıştırmıştı. (F) Birşey dibe batsa bile o şekilde inip sıralanmış olamaz. (T) Kayıtları araştırmaya başladıklarında sahil boyunca şimdiye kadar o uçaklardan 200 tanesinin düştüğünü öğrenmişler. O uçaklardan birini bulduğunu iddia eden bir adam vardı. Ama bulduğu şey Flight 19’daki uçaklardan biri değildi. Bir sorum var. Flight 19’u aramaya giden PBY uçağına ne oldu?

C: Hala Avenger’leri bulmaya çalışıyor.

S: (T) Flight 19’la aynı paralel gerçeklikte mi?

C: Evet.

S: (T) Onları bulacak mı?

C: ?

S: (L) Flight 19’un mürettebatının algısıyla, aradan ne kadar süre geçti?

C: Hiç.

S: (J) Yani hiçbir fikirleri yok. (S) Merak ediyorum, acaba bizim zamanımıza mı dönecekler, yoksa onların zamanlarına mı gidecekler?

C: Sizin algınız.

Sanırım gerçekliğimizin gerçekten ne kadar tuhaf, harika ve esnek olduğuyla ilgili bir fikir edinmeye başlıyoruz. Belki de bu Dalga bu esnekliği sağlayan birşeydir ve Dalga gelip makrokozmik gerçekliğimizin dalga-formunu çökerttiğinde, belki de farklı gruplar ve inanç sistemleri farklı bazı gerçeklikler oluşturacak. Sadece bir düşünce ve belki de bu insanın ne düşündüğünden ziyade inanç sistemleriyle alakalı birşey. Ama bu başka bir sefere ele alacağımız bir konu. Şu kadarını söylemek yeterli: evet, gerçekten kendi gerçekliğimizi yaratıyoruz ama genel olarak düşünüldüğü veya standart New Age felsefeleri tarafından öğretildiği anlamda değil.

Dalga’yla ilgili sıradaki iki küçük yorum, aynı celseden:

S: (L) Hristiyan Haçı’nın derin bir seviyede neyi temsil ettiğini öğrenmek istiyoruz. “Boyut Sınırı Geçişi” ile herhangi bir ilişkisi var mı?

C: Kertiş dezenformasyon kampanyası, üzgünüz! Haç kelimesi yalnızca İngilizcede aynı zaman da “geçiş” anlamına gelir. [ç.n. cross]

Bir terapist arkadaşım gelmişti ve geçirdiğim bir araba kazasından sonra üzerimde çalışırken çok garip şeyler deneyimliyordu. Şu soruyu sordu:

S: (S) Laura üzerinde akupunktur noktalarını tutarken neden sanki kızarıyormuşum gibi fena şekilde terliyorum? Kanallama yaptıkları bu odada sadece bulunmam bile yoğun bir şekilde terlememe neden oluyor!

C: Çünkü dalganın yaklaşmasıyla ilgili değişiklikler geçiriyorsunuz.

Bunu meditasyon sırasında, Kasyopyalılarla iletişim kurma sırasında ve bazen Kasyopyalıların bahsettiği bazı kavramlar hakkında düşünürken kendi kendime oldukça sık deneyimlediğimi belirtmeliyim. Şiddetli bir ateş geçirir gibi oluyorsunuz ama bu tür durumlarda dereceyle kontrol yaptığımda termometrede hiçbir şey görünmüyordu. Ama bana dokunan herkes de terlemeye başlıyordu. Bu son durum beni hormonal bir sıcak basması yaşamadığıma ikna etti.

Sıradaki alıntılar, Dalga’nın bu bölümünün ilk versiyonunda yoktu. Veritabanına bilgi eklediği için, bunları şimdi buraya eklemenin önemli olduğunu düşündüm.

22 Haziran 1996

S: (V) Birkaç hafta önce birkaçımız içsel ısınma, uykusuzluk ve diğer sorunlar yaşadık. Bu neydi?

C: Zihninde canlandır. DNA yapısındaki derin lif bağlantıları birleşimi.

S: (V) Sıcak basması deneyimini zihnimde mi yaşıyorum yoksa gerçekten beden ısım mı yükseliyor?

C: Yalnızca 4. yoğunlukta.

S: (V) Anlamadım.

C: Sızıntılar, bunlara alışın.

S: (L) Yani gerçekten bir 4. yoğunluk sızıntısı mı deneyimliyoruz?

C: Zihninde canlandır.

S: (V) Gördüğüm küçük ışık parıltıları bunun etkileri mi?

C: Olabilir ama bunun fizikselden ziyade eterik önemi üzerinde yoğunlaşmaya çalış.

S: (L) “Lif bağlantılarının derin birleşimi” derken, bu birer 4. yoğunluk bedeni geliştirmekte olduğumuz anlamına mı geliyor?

C: Yavaşça ama kesin bir şekilde. Şimdi mesaja hazır olun: Yaklaşmakta olan “değişimlerin” çok popülerleştirilen fiziksel faktörlerden ziyade ruhsal ve farkındalıksal faktörlerle ilgili olduğunu söylemiştik. Sembolizma öğretmede her zaman gerekli bir araçtır. Ama önemli husus, semboller ile sunulan gizli dersi okuyabilmektir, sembollerin birebir anlamlarına takılıp kalmak değil!

S: (L) Sembolojinin gizli anlamlarla ilgili olduğunu söylüyorsunuz. DNA’daki derin lif bağlantılarını zihnimizde canlandırmamızı söylerken bu da fizikselden ziyade sembolik mi?

C: Evet.

S: (L) Sizin “zihinde canlandırma” tanımınız nedir? Bizim pek çok tanımımız var.

C: Tekrar tekrar gördüğün gibi Laura, öğrenmek eğlencelidir!

S: (L) Şu anda öylesine bir sıcak basması içindeyim ki, gerçekten bilmek istiyorum. Ve neden herşeyi bulma görevi sürekli bana veriliyor?

C: Çünkü gerçekliğin tümündeki en önemli konuları anlama “gücünü” istedin. Ve biz de güçlenmene yardımcı oluyoruz.

S: (L) DNA bağlantısı… (V) “Güç” kelimesini tırnak içine aldılar.

C: Bunu şimdilik bir kenara koyun, yeteri kadar yakında bileceksiniz.

S: (V) Bu 4. yoğunluk bedeni zaten mevcut olan ve bizim iletişim kurduğumuz birşey mi?

C: İhzar emri?

S: (V) Daha şimdi dediler ki… (L) Sanırım söyledikleri şey şu: sen zaten osun. Yavaş yavaş dönüşüyorsun ve yaşadığımız tüm küçük nahoş yan etkiler de bunun bir parçası.

C: Evet.

***

28 Aralık 1996

S: (L) Tamam, Ark’ın yanıtını beklerken birşey sormak istiyorum. YANIYORUM! Hissettiğim bu dayanılmaz sıcaklığın nedeni nedir?

C: Sıcaklık 4. yoğunluk sızıntısı anlamına geliyor.

S: (L) Sıcaktan ölüyorum ve hem de buranın soğuk olduğunu bile bile. 4. yoğunluk sızıntısı derken neyi kastediyorsunuz?

C: Yeni realitenin küçük sızıntıları.

***

14 Ocak 1995

S: (L) Dalga buraya vardığında bizimle birleşeceğinizi söylemiştiniz. Gelecekteki biz olduğunuzu söylerken kastettiğiniz şey bu mu?

C: Hayır.

S: (L) Yani iki ayrı olaydan veya konudan bahsediyoruz, veya zaman/mekandaki iki ayrı nokta, öyle mi?

C: Hayır. Yine 3. yoğunluk mantığını daha üst yüksek yoğunluk seviyelerine uygulamaya doğru kayıyorsun.

S: (L) Yani aynı olaydan bahsetmiyor muyuz?

C: Herşeyden önce “gelecek” nedir ki?

S: (L) Zaman/mekandaki farklı noktalar.. Gelecek sadece bilincin farklı bir odağı mı? Herşey eşzamanlı mı?

C: Evet. Eğer bu doğruysa neden burada lineer/doğrusal bir mantık uyguluyorsun? Görmüyor musunuz, sizinle şu an birleşiyoruz!

Böylesine olağanüstü bir ısınma meydana getiren bu birleşme hala aklımın bir yerlerinde bir soru olarak bekliyordu ki, bir gün Sufi Şeyhi İbn-i Arabi’yle ilgili bir çalışmada (The Sufi Path of Knowledge, William Chittick) bu fenomenle ilgili bir referans buldum:

Hal”, kişinin kendi iradesi veya kendine çekme çabası olmadan kalbe gelen birşeydir… Bu Hal, kulun özelliklerinin değişmesidir… Ruhsal uyanışın belirli boyutlarını simgeler, kula verilen özel güçleri gösterir… Hal, olağanüstü marifet veya mucizelere işaret eden koşullarla ilişkilidir… Konsantrasyon yoluyla dış dünyada etkiler üretir… Hallere girenler irade yoluyla birşeyler meydana getirirler ve ikincil düzeyde öneme sahip herşeyden uzaklaşırlar.

Kasyopyalıların birleşme hakkında söyledikleri şey düşünüldüğünde, aşağıda İbn-i Arabi’nin “haller” hakkında söyledikleri büyük bir önem kazanıyor:

Bir melek kula bir hüküm veya bilgi getirdiğinde, insan ruhu hayali bir formla karşılaşır ve iki nur olan verme ve alma yoluyla, bünye hareketlenir ve ateşlenir.

İki nurda, bünyenin normal ısısı ve ışık miktarı artar. Bundan dolayı kulun benzi değişir ve bu, olabilecek en şiddetli Hal’dir. Bedensel nem, buharlanma şeklinde artar ve buna neden olan şey, iki ruh buluştuğu zaman bünyenin uğradığı basınçtır.

Hal sahibi normal durumuna döndüğünde sıcaklık azalır, bünyenin soğukluğu artar ve hal sahibi titremeye başlar. Tüm bunlar kalbe ruhsal bir özelliğin inmesiyle ilgilidir.

Hal sözcüğü ‘kendini-dönüştürme’ veya bir durumdan başka bir duruma geçme kökünden gelir. (vurgu eklenmiştir)

Hallerle ilgili bu tanıma, bir başka celsede tanımladığım belirli bir olaydan sonra tesadüfen ama çok eşzamanlı bir şekilde rastlamıştım:

24 Ağustos 1996

S: (L) Tamam iki hızlı sorum var. Geçen Pazar sabahı, önceki geceki celseden sonra, El-Arabi’nin bir “hal” içinde olmak diye tanımladığı şeye benzer çok garip bir deneyim yaşadım. Deliliğe yakın bir duruma getirilmek gibi birşeydi. Ark da oradaydı ve sonra katlanılmaz hale geldiğinde soğuktan titriyor ve sallanıyordum. Sanki hiç tekrar ısınamayacakmışım gibi hissettim ve ruhumun bedenimin içinde sallanışını HİSSETTİM. Bunun tam olarak ne olduğunu öğrenmek istiyorum.

C: Yarım-benliğin dengelenmesi.

S: (L) Yarım-benlik nedir?

C: Başlangıç versiyonun. Doğumsal karmik etki ile ilgili.

S: (L) Bu da ne demek oluyor şimdi?

C: Bu enkarnasyonun başlangıcında verilen görev.

S: (L) Yeni bir şeylerin “başlangıcıyla” falan mı ilgili? …

C: Hayır, birlikte başladığın şey. Önemli kavşakların zirvesinde periyodik olarak tekrar dengelenmesi gerekiyor.

S: (L) Bir sonra olan şey de şuydu; birkaç gün sonra başka bir duruma girdim. [Neredeyse tamamen bilinçsizdim ama bu durum üzerinde ustalaşmaya çalışmaya, gözlerimi açmaya çalışıyordum ve tüm görebildiğim canlı bir ışıktı. Baktığım herşey ışıktı. Bu bir süre devam ettikten sonra bilgisayarımın vızıltısını duydum ve bu vizyonel hal bozuldu. İyileştikten sonra email’imi kontrol ettim. Ark heyecan verici bir mesaj göndermişti.] Ark camdan benim geldiğimi görmüş. Burada olan şey neydi?

C: Öğrenmek eğlencelidir!

Buna biraz farklı bir açıdan bakmak üzere, bir sonraki bölümde ele alınan bir olayı buraya da eklemek gerekiyor. Konuklardan birinin bir “aura fotoğraf makinesi” getirdiği bir celseydi ve birkaç garip fotoğraf çıktı ortaya. Aşağıdaki alıntıda, “AM”, fotoğraf makinesini getiren konuktur.

20 Ocak 1996

S: (AM) Derin bir nefes al ve tut… [L’nin aura fotoğrafı çekiliyor.]

Fotoğrafın tab edilmesi için birkaç dakika bekledik ve tab işlemi bittiktiğinde, celsedeki diğer tüm katılımcıların aura fotoğraflarınınkinden çok farklı olduğunu gördük. Fotoğrafı çekilen bireyin fiziksel hatlarının görünmesi gerekirdi ama görünmüyordu.

S: (L) [Kendi aura fotoğrafına bakıyor] Bu çok garip. F kendi fotoğrafında görünüyor ama ben kendi fotoğrafımda görünmüyorum. Fiziksel olarak neden belli değilim?

C: Öğrenme ruhsal gelişim sağlar ve farkındalık bilgiyi “somutlaştırır.”

 

S: (L) Tamam oradakiler, gülümseyin! [L’nin ve F’nin parmakları planşet üzerindeyken tablanın aura fotoğrafı çekiliyor.] (L) Tamam ama bu neden fotoğrafta görünmediğimi açıklamıyor.

C: Çünkü 3. ve 6. yoğunluk seviyesi arasındaki kanallama celseleri için olağan bir şekilde, enerji alanı örtüsü seni kanalla birleştiriyordu.

S: [Tablanın fotoğrafı hazırlanıyor ve ortaya çıkan geometrik şekil grubun şaşırma seslerine neden oluyor] (L) Bu geometrik şekil nedir?

C: Kanalın görsel bir temsili!!! Bu kadar berrak bir parlaklık olmasının nedeni fotoğraf çekildiği anda düşünce merkezlerinizin temiz ve açık olmasıydı. Diğer bir deyişle, 6. yoğunluk aktarım noktasından gelen bir enerji dengesizliği vardı. Bakmakta olduğunuz şey, sizin üzerinizden aktarılan bozulmamış bilginin %100 saf ışık enerjisi. Bu daha önce 3. yoğunlukta hiç görülmedi. Henüz bunun anlamlarının tam olarak farkında değilsiniz ama olacaksınız. Bu gece tarih yazdık millet!!!!!

Yandaki fotoğrafta, sağda benim elim, solda Frank’in eli görünüyor. Parmaklarımız küçük plastik planşetin üzerinde serbestçe dinlenme halinde.

Bu cildin başında yazdığım gibi, Dalga serisini ve diğer makaleleri yazmaya başlarken amacım çeşitli alıntıları genel konular halinde bir araya getirmekti. Bunları yayımlarken giderek daha fazla okuyucu sorular sormaya başladı. Bu sorulara Kasyopyalıların verdiği yanıtlara dayalı yanıtlar sunma çabalarımda, gerçekten olağanüstü birşey olmaya başladı.

Kasyopya Deneyi, “gelecekteki” kendimin aktarımlarıyla sonuçlandı ve önerilen araştırmaları yaparken ve verilen ipuçlarına dayalı olarak yanıtlara ulaşmaya çalışırken giderek gelecekteki benliğim (kozmik bir benlik) olmaya başladığımı fark ettim. Bu süper-bilinç halinde kendime ne aktardığımı görmeye başladım. Yıllar süren deneysel çalışma, aklımda o an mevcut olan bir konuda soru sorduğumda, yanıtın parmaklarımdan klavyeye aktığı yeni bir bağlantı oluşturmuştu. Gelen yanıtlara herkes kadar ben de şaşırıyordum.

K’lere (gelecekteki ben) bunu sordum ve verdikleri yanıt şuydu:

23 Eylül 2000

S: (L) Bu [Wave] serisini yazmak hayatımda giriştiğim en eğitici projelerden biriydi. Yazarken transkriptleri taramak zorunda kaldım. İnsanlara bunu açıklamak zorundaydım ve bundan da önce kendime açıklamak zorundaydım. Zihnimi derinden açıcı etki yapan birşey haline geldi.

C: Güzel.

S: (L) Doğrudan birşeyler okuyup öğrenmek kadar, verdiğiniz parçaları birleştirme yoluyla öğrenmek de çok eğlenceli. Ve şimdi de bunları yazıyorum.

C: Kısmen [sen yazıyorsun].

Sonunda Kasyopyalıların neyi kastettiğini şu celsede anladım:

9 Haziran 1996

S: (L) El-Arabi birleşik düşünce formlarını “Tanrı’nın adları” olarak tanımlıyor. Onun açıklaması sizin bize söylediklerinizle benzer görünüyor ve…

C: Hepimiz Tanrı’nın adlarıyız. Hatırla, bu bir kanal (conduit). Yani sonlanma ve başlangıç noktaları eş değer ve önemde.

S: (L) Bu Tanrı’nın farklı parçalarının birleşimi anlamına mı geliyor?

C: Hayır.

S: (L) Neyi kastediyorsunuz? Bizim de bunun bir parçası olduğumuzu mu söylüyorsunuz?

C: Evet. Bizi tanrılaştırma. Ve iletişim kurduğunuz tüm diğerlerinin de bunu anladığından emin ol!

S: (L) Bizdeki hangi özellik, hangi şey bu teması kurmamızı sağladı? Çünkü açıkça görülüyor ki bunu deneyen pek çok insanın ürettiği şey saçmalıklar.

C: İstediniz.

S: (L) Pek çok insan istiyor!

C: Hayır istemiyorlar, emrediyorlar.

S: (L) Pek çok insan gerçekten istiyor veya yalvarıyor, ama hepsi aldıkları yanıtlarla alt üst oluyor.

C: Hayır, emrediyorlar. Bunu düşün. Siz yalvarmadınız… bu emretmektir.

Görünüşe göre bu sefer gerçekten “Gelecekteki Kendimle” birleşiyordum ve yazılar yoluyla bu farkındalığa doğrudan erişimim vardı ve bu bana, soru ve yanıt evresinin ilk aşamasında herşey karmakarışık hale girdikten sonra elimizdeki materyali nasıl toparlayacağımı ve düzenleyeceğimi gösterdi. Tabla ile yaptığımız uzun çalışma süreci, bilinçli zihnimi aşıp ellerim üzerinden doğrudan işleyen bir bağlantı meydana getirmişti.

Secret History kitabımda tartışılan, İbn-i Arabi’nin tanımladığı Tanrı’nın İsimleri fikri de Kasyopyalıların “Neredeysek oyuz” derken neyi kastettiğini anlamamızda yardımcı oldu.

Kasyopyalıları tanrılaştırmak isteyen, materyalin “insanlığa ait olduğunu” ve benim onu araştırmaya, incelemeye, düzeltmeye veya geliştirmeye hakkım olmadığını ilan edenler, bu materyal üzerinde yaptığımız çalışma sürecine epeyce saldırdı. Bu tutumu oldukça rahatsız edici buluyorum.

Neticede bu hallerle ilgili tartışma bize, Dalga’nın insanlık üzerindeki, veya en azından insanların bir bölümü üzerindeki etkisinin bir önizlemesini sunuyor. Belki de bu deneyimler bize dördüncü yoğunluğun nasıl olabileceğiyle ilgili bir ipucu sunuyor.

Bu durumu, bir süre hafifletilemeyen bir üşümenin takip ettiğini söyleyebilirim. Kanallama sürecine katılım dışında, belirli meditasyon egzersizlerinin sonucunda da pek çok kez bir yandım, bir titredim. Elbette, aynı anda iki yerde bulunmayı da kapsayabilecek olan çok ilginç vizyonel haller var.

Fark edilmesi gereken önemli şey, bunun bir durumdan başka bir duruma geçişi göstermesidir ve bu bir kendi kendini dönüştürme olarak tanımlanmaktadır. Dalga’nın herkesle herkesin kendi frekans rezonansına göre etkileşecek olan bir enerji kaynağı olduğunu düşünüyorum. Bazıları için bu Dünya’nın Sonu olabilir. Ama diğerleri için…

Bu arada, içinde bulunduğumuz dünyanın başka amaçları var. Ama dünya sıcak tutkularının ateşinin içinde yanarak ölecek ve onun küllerinden, taze ümitle ve gözlerinde sabahın ışıklarıyla dolu yeni ve genç bir dünya doğacak.”

-Bertrand Russel

 

1 Bu resmin kaynağı, Jacob ve Wilhelm Grimm’in Grimm’s Fairy Tales adlı eseridir (Londra: Blackie & Son, 1903), çizedr Helen Stratton.

2 İki metal birbirine temas ettiğinde, temas arayüzünde temas potansiyeli farkı denen ve sıfır ondalık bir değerle birkaç volt arasında değişen bir voltaj farkı meydana gelir. Eğer metaller “iyi bilinen” metallerse, temas potansiyeli farkı iş işlevlerinden, yani gevşek bağlı bir elektronu metalden ayırmanın gerektirdiği enerji miktarından hesaplanabilir. Bununla birlikte şunun da vurgulanması gerekir ki, metaller arasındaki bu elektrik yükü alışverişi, iki metalin birbirinden aşırı derecede hızlı bir şekilde ayrılması durumunda normalde statik elektrik olarak anladığımız şeye neden olmaktadır; tıpkı metal bir yüzeye metal tozu üflendiği zamanki gibi.

3 Şu adreste mevcut: http://zelator.topcities.com/text1.htm