Bilimsel gizemci ve Paleo-Hristiyan Şamanı Laura Knight-Jadczyk’in çalışmalarının bir deposu niteliğindeki Kasyopya (Cassiopaea) sayfasına hoş geldiniz. Laura bir kuramsal matematikçi ve fizikçi olan Arkadiusz Jadczyk ile evlidir. Arkadiusz Jadczyk eşinin çalışmalarını aşağıdaki alıntıda görüldüğü şekilde takdim etmektedir:

“Kasyopya (Cassiopaea) ismi Laura’nın iki yıl süren deneysel çalışmasının ardından 1994 yılında temas kurmayı başardığı, bilinçli bir şekilde “kanallanmış bir kaynak” tarafından verilmiştir. Kaynak kendisini “biz gelecekteki sizleriz” şeklinde tanımlamıştır. Modern fizik bizlere bu türden bir iletişimin pratik yöntemlerini verememektedir ve bu konudaki teoriler de pek gelişmiş değildir, hatta işin aslında bu teoriler yetersiz ve tartışmalıdır.

Biz gelecekteki sizleriz” ifadesini aşırı basitleştirilmiş bir şekilde yorumlarken bir takım nedensel çelişkilerle karşı karşıya kalıyoruz. Diğer taraftan fizikle ilgili yayınlarda yayımlanan makalelerden öğreniyoruz ki; uygun ve dikkatli bir yorumlama aracılığıyla ve kuantum kesinsizliklerini de hesaba katarak, geçmişle iletişim kurmak imkansızdır denilerek reddedilemez. Belki de ‘beklenmedik’ doğru kelimedir fakat beklenmedik olup da yine de gerçekleşen bir çok şey var.

Bir fenomen ne kadar beklenmedikse, meydana gelmesi durumunda beraberinde getirdiği bilgi de o kadar fazladır ve onun üzerinde çalışarak o kadar daha çok şey öğrenebiliriz.

Bu sebeple ki “biz gelecekteki sizleriz” tanımını imkansız ve dolayısıyla göz ardı edilebilir diye yaftalayıp reddetmedik. Bunun yerine bu “iletişimlere” “süperlümünal [ç.n. ışıktan hızlı] düşünce aktarımı” konusunda kontrollü bir deney olarak devam etmeye karar verdik; her ne kadar bu ifadenin bir çok muhtemel yorum arasından yalnızca bir tanesinin belirsiz bir göstergesi olarak düşünülmesi gerektiği açık olsa da.

Bu deneyden elde edilen bilgiler tarihsel, bilimsel ve diğer metafiziksel materyalleri geniş bir yelpazede kapsayan bir içerik dahilinde sunulmuştur ve bu bilgi bizleri bu sitede yer alan sayısız yayınımızda ve diğer basılı yayınlarımızda ortaya koyduğumuz dünya görüşü ve çıkarımlara yönelten ipuçlarını sunmaktadır. Belki de kendini “kaynak” olarak takdim eden sadece bizim kendi “bilinçaltımızdır” ama öyle bile olsa burada önemli olan bu kaynağın bize yeni birşeyler sunup sunmadığıdır. “Bilinçaltı zihnin” ne olduğunu ve nelere muktedir olduğunu gerçekten biliyor muyuz?

Bazen kendimize Kasyopyalıların söyledikleri şey olup olmadıklarını soruyoruz, çünkü hiçbir şeyi sorgulanmaz gerçek olarak kabul etmiyoruz. Herşeyi ihtiyat ve kuşkuyla ele alıyoruz, doğru olduğu yönünde büyük bir ihtimalin sözkonusu olduğunu düşünsek bile. Bu materyali ve aynı şekilde bilim ve gizem konularının çok çeşitli sahalarından dikkatimizi çeken diğer bir çok materyali sürekli analiz edip irdeliyoruz. Kasyopya bilgilerinin büyük sufi üstadı İbn El Arabi’nin öğretileriyle, Gurdjieff’in Dördüncü Yol öğretisiyle, Castaneda’yla, Boris Mouravieff’in Ezoterik Hristiyanlığı ile ve hatta kadim Altay Şamanizmiyle olan çok yakın paralelliğini oldukça sıradışı buluyoruz. Bu bağlamda Kasyopya Deneyi gerçek bir Dördüncü Yol çalışmasıdır.”

Binlerce yıldır gerçeğin doğası ile ilgili bilgi insanlıktan esirgenmiştir. Din insanlığın içinde bulunduğu zorlu durumla ilgili sahte umut ve inançlardan başka bir şey sunmamıştır. Bilim ise gerçek insanlığın anlamından uzaklaşmıştır. Anlam arayışı yolunda bilim ve ruhsallığın birbirini bütünlemeyi bıraktığı bir dünyada hala şu soruların cevabı üzerinde düşünüyoruz: Gerçekten insan olmak ne demek? Dünya’nın şu an içinde bulunduğu durumun sebebi nedir? Neden kötülük var? Yaşadığımız hayat olası en iyi hayat mı? Üst alemlerle ilgili gerçek nedir? Ve en önemli olarak da, kendimizi ve insanlığı daha iyi hale getirmek için ne yapılabilir?

Tüm bu konu ve sorular Laura’nın zihnini hayatı boyunca meşgul etmiştir. “Kasyopya Deneyi” olarak bilinen bu yola nasıl koyulduğunun hikayesi “Amazing Grace” isimli kitabında çok güzel anlatılmıştır; bu kitap artık basılı olarak mevcut olmasa da tüm güncellemeleriyle web sayfasından erişilebilir durumdadır.

Kasyopya Deneyi oturaklaşmış haliyle 1994 yazından beri aralıksız devam etmektedir. Deneyi gerçekleştirenler “kanallama” kelimesiyle ilişkilendirilen negatif çağrışımları önlemek için bunu “süperlüminal iletişim” olarak tanımlamaktadırlar. TÜM kanallamaları değersiz ve saçma sapan olarak değerlendirmek doğru mudur? İşin aslı, tüm kanallamaların büyük bir çoğunluğu saçmalıktır. Büyük bir çoğunluğu ya anlaşılması zor, hokus pokus ve laf salatasından ibarettir ya da insanları zekice içinde bulundukları çaresiz ve ezilmiş durumda tutmayı amaçlayan yüce anlamlı sözlerle süslenmiş kandırmaca ve yanlış bilgilendirmelerdir.

Yıllar süren araştırma, deneyim ve yapıcı merak Laura’nın deneyini nihayetinde Süperlüminal İletişime ulaştırmıştır. Ölmüş kişilerin ruhlarıyla ve kendilerini yüksek bilgi kaynakları gibi gösteren aldatıcı kaynaklarla kurulan iletişimler de dahil olmak üzere bunun öncesindeki iki yıl boyunca yapılan çeşitli denemeler ve ince ayarlar neticesinde Kasyopya Aktarımları ortaya çıkmıştır. Tüm bu yıllar boyunca daha iyi bir iletişimi kolaylaştırmak ve doğruluk derecesini yükseltmek için, kullanılan tüm “araçların” rafine edilmesi, geliştirilmesi ve ayarlanması aşamalarından geçilmiştir. Bu iletişimler diğer kanallama bilgilerinin çoğundan FARKLIDIR. Bu körü körüne inanmayı ve fanatizmi dışlayan “eleştirel kanallamadır”. Kasyopyalılar herhangi bir şekilde tapınılmayı ve ululaştırılmayı talep etmemektedirler, hatta sürekli bu tür yaklaşımlar konusunda uyarılarda bulunmaktadırlar. Kendileri tarafından aktarılan bilgilerin sağlamasının yapılması için bunların araştırılması ve başkalarıyla ağ çalışması yapılması konusunda sürekli teşvikte bulunmaktadırlar. Ayrıca hiçbirşeyin sorgusuz sualsiz ve aynen olduğu gibi alınmamasını istemektedirler.

Bu sebeple (kendilerini gelecekteki Laura olarak tanıtan) Kasyopya kaynağının aktardıklarının büyük bir bölümünün sağlaması, çok geniş bir alanı kapsayan modern ve bilimsel kaynakların ve aynı zamanda kadim geleneklerin ve kaynakların araştırılması yoluyla yapılmıştır. Geriye kalanların doğrulaması daha fazla veri olmadan mümkün değildir ve bazılarının doğrulanması da mevcut kavrayış ve “Varoluş” seviyemizde olanaklı görünmemektedir. Bununla birlikte, ilettikleri bilgilerin zamanla doğru çıkması konusundaki başarılı karnelerine bakılarak söylenebilir ki Kasyopyalıların sunduğu ve henüz doğrulanmamış olan bilgilerin de doğru olma olasılığı hayli yüksektir ve bunu mümkün kılacak daha fazla veri mevcut olmadan kesin bir yargıya ulaşılamaz.

“Kanallama” konusunu dikkate alırken, kurunun yanında yaşı da yakmama gerekliliğiyle karşı karşıyayız. Kanallama literatüründe oldukça yüksek doğruluk oranlarına sahip gayet düzgün başka kaynaklar da mevcuttur. Ra Bilgileri kitaplarındaki Ra varlığı ve Barbara Marciniak tarafından kanallanan Pleiades Öğretileri’nin kaynağı gibi. Kasyopya materyalinin sahip olduğu doğruluk ve netlik düzeyinde olmayabilirler ama Kasyopya aktarımlarıyla da büyük bir uyum içerisinde olan yüksek miktarda doğruluk ve yararlı bilgi içermektedirler. Bu sebeple açık görüşlü ve samimi olan, aynı zamanda maceracı ve meraklı bir tabiata sahip kişilerin kanallama materyallerinin HEPSİNİN saçmalık ve kandırmaca olmadığı konusunda hemfikir olacaklarını varsayabiliriz. Eğer birisi “Tüm beyazlar siyahtır” iddiasıyla ortaya çıkıyorsa derhal onun güdülerinden ve bilgisinin temelinden şüphelenmeye başlamamız gerekir. Beyazın siyah olması imkansız olduğu için değil (biliyoruz ki paradokslar her zaman mevcuttur), “tüm” kelimesini kullandıkları için.

Nihayetinde tüm eski dinler, özellikle de tek Tanrıcı olanlar aslında kendileri de iddialarını, öğretilerini, uygulama ve inançlarını (kendi ilan ettikleri şekliyle) “yüksek bir kaynak”tan kanallamış olmalarına rağmen, her tür ruhsal iletişime bunlar “şeytanın işi” diyerek yasaklama getirmişlerdir (ve tabi bunlar şeytan işi de olabilirler, ama hepsi illa öyle olmak zorunda değildir ve ayrıca buradaki “şeytan” kelimesini harfi harfine almamak kaydıyla).

Peki ya eğer Tek Tanrıcı dinler haklıysa? Her ne kadar biz bunu hayli olanaksız olarak kabul etsek de, ya eğer HAKLILARSA? Haklı olabilirler mi?

Bu soruya bilimsel bir mantıkla yaklaşırsak bu ihtimali kaale almamız gerekir, her ne kadar bu bize olanaksız görünse de ve bu iddianın gerçek olmadığı sonucuna varsak da.

Gelin konuya çoğunlukla mantıksal ve matematiksel kanıtlamalarda kullanılan “reductio ad absurdum” yöntemiyle yaklaşalım. [ç.n. Olmayana Ergi (ya da eski dilde abese irca) olarak adlandırılan ve bir iddiayı önce doğru kabul edip buradan saçma bir sonuca vararak böylece iddianın yanlış olduğunu kanıtlamaya yarayan bir mantık yöntemidir.] Bir şeyin doğru olduğunu varsayarsınız ve sonra buradan bir takım zincirleme çıkarımlar oluşturarak varsayımınızın doğru olmadığı sonucuna ulaşırsınız. Birazcık ustalık isteyen ama faydalı bir yöntem.

Bu metodu Tek Tanrıcı dinlerin, kendi onaylı bağlamları dışına düşen tüm Ruhsal İletişimlerin %100 “şeytan işi” olduğu iddiasına uygulayalım ve önce bu iddianın doğru olduğunu varsayalım. Bu iddianın doğru olması için TÜM zamanlara ait TÜM ruhsal iletişimleri kapsaması gerekmektedir.

Ama eğer durum buysa, Tek Tanrıcı dinlerin kaynaklarının kendileri niçin bu kuraldan muaf tutulsun? Bu dinlerin Tanrıları kuralları yalnızca kırmak için mi koymaktadır ve sonra da bu tür iddiaları değerlendirebilecek bir ölçüt olmaksızın bu sözkonusu kurallarını kırabilecek yegane yetkili otorite olduğunu mu iddia etmektedir? Bu ancak kafa karışıklığının ve istikrarsızlığın Tanrısı olabilir.

İşin felsefi boyutunu bir yana bırakırsak, yalnızca mantıken kolayca görebiliriz ki Tek Tanrıcı dinler de bu “şeytan işi” diye adlandırdıkları ruhsal iletişimlerden etkilenmişlerdir (eğer herkes için geçerliyse kendileri için de geçerlidir).

Özetle Tek Tanrıcı dinlerin iddiasının (ruhsal iletişimlerin %100’ü şeytan işidir) doğru olduğu varsayımından yola çıkarak elde ettiğimiz çıkarımlar bize bu iddialarının yanlış olduğunu gösteriyor (çünkü en basit tanımlamasıyla onlar da “şeytanın yalanlarını” tekrar etmiş olurlar).

Yani sonuç olarak burada reductio ad absurdum durumumuz var.

Ama dahası da var. Tek Tanrıcı dinlerin bu denli aşikar bir safsatanın propagandasını yapmaları için bir sebep görebilir miyiz? Niçin?

Bu konuda da bir hipotezimiz olabilir. Eğer –yukarıdaki analizden bildiğimiz üzere- ruhsal iletişimlerin TAMAMI “şeytan” işi değilse, BAZI kanallamalar bizlere “iyi amaçlı üst dereceli varlıklardan” gelen gerçek bilgileri sağlayabilir, ya da “gelecekteki bizlerden”, ya da Evrensel Akıl’dan, onu nasıl adlandırsanız adlandırın. O zaman GERÇEK kanallamayı itibarsızlaştırmaya çalışacak bazı güçlerin olması gayet doğaldır.

Yani burada bir problemi çözdük ve bir diğerini de açığa çıkardık. Temel Tek Tanrıcı dinler kanallamayı ve diğer tür ruhsal iletişimleri “şeytan işi” olarak tarif ettiğine göre, ve eğer haklılarsa, hatta kısmen dahi haklılarsa, bizzat bu kurumların kendilerinin bu tarz güçlerin temsilcileri olduğunu farzetmek için yeterince sebebimiz vardır.

İnsanlığa baskı, güç ve şiddet yoluyla empoze edilen Tek Tanrıcı tekeller, ister dinsel/spiritüel bağlamda isterse de kurumsal ve hatta başka bağlamlarda talep görmüş olurlarsa olsunlar, reddedilmelidirler. Herhangi bir şeyi tekelleştirmenin doğal bir hak olmadığının farkına varılmalıdır. Tam tersine, bu yöndeki herhangi bir talep şüpheyle karşılanıp sorgulanmalı ve reddedilmelidir. Hiç kimse Gerçek konusunda tekel olduğunu ve onun kendisine ait olduğunu iddia edemez.

Okuyucu Dalga Serisini okuyarak başlamak isteyebilir. “Dalga”, istatistiksel olarak 21. YY’ın başlarında gerçekleşmesi muhtemel görünen, Dünya ve kozmik çevresinde hem fiziksel hem de metafiziksel anlamda değişim yaratacak olan bir Makrokozmik Kuantum Dalga Çökmesini tarif için kullanılan bir terimdir. Bu olay başka kaynaklar tarafından çeşitli şekillerde tarif edilip adlandırılmış, örneğin 4. Yoğunluğa gezegensel geçiş, çağların değişimi, hasat vb. ve çoğunlukla da 2012 yılının sonları civarında gerçekleşeceği aktarılmıştır. Dalga Serisi bir UFO kaçırılma ve alıkoyulma olayına ilişkin yapılmış olan ve Dünya ölçeğinde afetsel değişimlerden bahseden bir hipnotik regresyon seansının not dökümünü içermektedir. Bununla birlikte önemle vurgulamak isteriz ki; bu tür olayların olacağının ya da ne zaman olacağının kesin bir öngörüsünde bulunan görüşlere katılmıyoruz. Kuantum fiziği istatistiksel olasılıklardan ibarettir, kehanetsel kesinliklerden değil.

Dalga Serisindeki makaleler Kasyopya Deneyinin özgün doğasını yansıtmaktadır. Laura, celse notlarından, yaptığı derinlemesine araştırmalardan ve kişisel deneyimlerinden beslenen bilmecenin parçalarını bir araya getirme ustalığını burada son ürün haline getirerek, orijinal celse aktarımlarına derinlik ve boyut katmaktadır. Laura (gelecekteki SİZ olan) Kayopyalıların Dalga’nın olası sonuçları hakkında (GELECEKTEN) aktardıklarını sunuyor ve bu çalışma ayrıca insanoğlunun bilişsel, biyolojik, tarihsel ve varlıksal bağlamlarda mevcut durumunun sınırlandırılmışlığının keşfini içeriyor.

Kasyopya iletişimleri Dalga Serisi kapsamında yayımlandıktan ve bu materyale ilgi duyanlar (bu kişiler daha sonra Quantum Future Group [Kuantum Gelecek Grubu] adıyla organize olmuştur) arasında bir diyalog ağı kurulduktan hemen sonra Ark ve Laura bir çok kişinin sayısız saldırısına hedef olmuşlardır. Bu durum bizi Kasyopya kaynağının da yol göstericiliğinde, psikopatolaji konusunda derinlemesine bir araştırmaya yöneltmiştir ve bulgular halen devam etmekte olan Dalga Serisine eklenmiştir. İleriki bölümlerde COINTELPRO ve Gizli Hükümet projeleri, Nobel Ödülü sahibi John Nash ve Oyun Teorisinin detayları, Ira Einhorn ve New Age [ç.n.Yeni Çağ akımı] Karşı İstihbarat programının yaratılması, Andrija Puharich, Alternatif Üç, Zihin Kontrolü araştırması, Philadelphia Deneyi ve Morris Jessup’un intiharı, döngüsel global felaketler, komet çarpmaları ve meteor yağmurları ve hepsinden de önemlisi medeniyetimizdeki psikopatlar sorunsalı hakkında derin bilgiler bulacaksınız. Laura’nın Psikopati konusuyla ilgili derlemeleri çok popüler olmuştur ve ki bu yaşadığımız zamanda psikopatinin bir salgın hastalık olduğu gerçeğinin bir doğrulamasıdır.

Psikopatoloji konusundaki araştırma dünyamızın psikopatlar tarafından yönetildiğinin farkına varılmasının önünü açmıştır. Bu durum da daha sonra, halen devam eden ve gün bazında güncellenen bir Haber Kaynağı Projesi olan The Signs of the Times’ın [ç.n. Zamanların Alametleri- http://www.sott.net] kurulmasına öncülük etmiştir. Quantum Future Group üyelerinin derin değerlendirme ve yorumları eşliğinde en son haberleri ve güncel olayları takip etmek için burayı sürekli ziyaret ediniz. Eğer 11 Eylül olayının ardındaki gerçekler ilginizi çekiyorsa American Coup d’état [ç.n. Amerikan Hükümeti Darbesi] sayfamıza ve Laura’nın 9/11 The Ultimate Truth kitabına göz atmanızı tavsiye ederiz.

11 Eylül olayları politik, sosyal ve kültürel sahneyi 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki herhangi bir olaydan daha fazla şekillendirmiştir. Bunların etkilerini giderek artan bir şekilde seyahat etmekteki zorluk ve engeller, ABD’ye istediklerine istediği zaman saldırma “hakkı” tanıyan “önleyici savaşlar”, sözüm ona “teröristleri” hedef alan ama aslında yerel halkları kontrol altına almak için onlara dayatılan zalim yasalar şeklinde görüyoruz. Ama günümüzde olanları anlamak için, tarihsel çerçevede insanın gelişimine kuşbakışı bir göz atmak gerekiyor. Laura’nın kitabı The Secret History of the World [ç.n. Dünya’nın Gizli Tarihi] onun tarihsel araştırma ve analizlerini bir araya toplayan en bütünsel kaynaktır.

Laura ve Ark, insanlığın içerisinde bulunduğu koşulları ortaya çıkarma serüveni içerisinde yaşamın ve evrenin gizemlerini araştırmaya devam etmektedirler. Siz de onlara katılın… Bunu yaptığınıza memnun olacaksınız!